24 Ekim 2018 Çarşamba

EYT, SİYASET VE YAPILMASI GEREKENLER


EYT, SİYASET VE YAPILMASI GEREKENLER
Birileri de  çıkıp demeli ki ;
Ben bu ülkede hukuku düzenlemeler nasıl yapılmış ise o şekilde, hak ederek emekli olmak istiyorum.
Bu ülkede kimsenin hakkına girmeden, bütçeye ekstra yük yüklemek istemiyorum.
Siyasetçilerden medet ummuyorum, onlardan lütuf  beklemiyorum. Onlar bu ülkenin var olan başka sorunlarına çözüm getirsinler, millete  başka şekilde hizmette bulunsunlar. Onların popülist yaklaşımlarının kabul etmiyorum.
Bana emekli hakkı tanıyarak oy istemesinler, çünkü ben ve oyum o kadar ucuz değildir. Çünkü bazı siyasiler  ve partileri böyle ucuz yollara tevessül ederek oy devşirmeye kalkıyorlar. Başka şeylerde birleşemeyen tuzu kurular, 5 ay sonra yapılacak yerel seçimler için bu ülkede milyonlarca ben ve benim durumumda bulunanları avlamak için ucuz siyaset yapıyorlar. Beni ve benim gibileri keklik gibi ağına düşürmeye kalkıyorlar. Zira çok iyi  biliyorlar ki milyonlarca kişi ( rakamlar 3 ile ile 6 Milyon) seçimlerde sonuçları bile değiştirebilecek büyüklüktedir.
Evet EYT takılan kardeşler  haklısınız, hak ediyorsunuz, emekli olmalısınız  ya sonrasında olabilecekleri de hesaba katıyormusunuz. Yanı şunları:
-Milyonlarca kişi yeni yapılacak bir düzenlemeyle emekliliğe hak kazanarak sisteme dahil  olur ise, bu ülkenin SGK  sistemi  yükün altından kalkabilir mi?
-Ülkemizde  halı hazırda 12,5 milyon’u aşan sayıda emekli, 23 milyona yaklaşan SGK çalışanı bulunmaktadır. Normalde dünya standartlarında her dört çalışana bir emekli düşer, halbuki Türkiye’deki rakamlar bu standartların oldukça dışındadır. Zikredilen yeni emekliler ilave olunca bu sapmanın daha artacağı aşıkardır. Buda emeklilik sistemin ve bütçe açıklarının daha da büyüyeceğine işarettir.
-Evet bir zamanlar bazı siyasetçiler ucuz siyaset yapmak adına böyle hukuku düzenlemeler yaptılar, insanları  38-40 yaşlarında emekli ettiler. Bugünkü SGK  ve bütçe açıkları (Kara delikler ) o günlerin mirasıdır.
-Ülkenin borçları her geçen gün artıyorsa, bunun bir sebebi de emekli maaşlarını dahi ödemek için bile İMF, Dünya Bankası ve diğer uluslararası kredi kuruluşlardan bir zamanlar borç alma zorunda kalan siyasiler ve onların kurdukları hükümetlerdir.

Son olarak emeklilikte yaşa takılanlara söylemek isterim:
-Sorununu gittikçe artan şekilde polemik konusu yapılmasına araç olmayın.
- Sosyal ve ekonomik sorunların çözümünün, beklentilerin karşılanmasının, ülke gerçeklerinden kopuk şekilde ele alınmasına  izin vermeyin.
-Millet olarak sistematik ve ekonomik saldırılara karşı kenetlenelim, sağduyu içinde hep birlikte hareket etmeye devam edelim.
-Ülkemizin itibar ve saygınlığını hedef alan para oyunları karşısında devletimizi ekonomik olarak ayakta tutmak hepimizin en önemli sorumluluklarından biridir.
-Devlet bütçesine büyük yükler getirecek uygulamalardan bir süre daha kaçınalım.
-Siyasi rant peşinde hiçbir zaman olmayalım. Emeklilikte yaşa takılanlar sorunu ve diğer sorunları bütçe ve ekonominin koşulları çerçevesinde, iktidar ve muhalefetin uzlaşması ile çözmek en doğru hareket tarzı olacaktır. Sorumlu siyaset, siyasetçi ve vatandaş olma anlayışı bunu gerektirir.
Vesselam.  


14 Ekim 2018 Pazar

RAHİP BRUNSON’UN BIRAKILMASINA SORULAR VE CEVAPLAR

RAHİP BRUNSON’UN BIRAKILMASINA SORULAR VE CEVAPLAR
Soru1-Şayet Rahip Brunson bırakılmamış olsaydı ve ülke ekonomisine yapılan yeni bir saldırı nedeniyle döviz kurlarında, altında, faizde ve piyasada ki mal ve hizmet fiyatlarda ne gibi bir değişiklik olurdu?
Cevap 1- Bu durumda çok kısa bir süre içinde dövizde; dolar takriben 9-10, Euro 11-12 sınırına, altının gram fiyatı ise 200.-TL sınırına dayanır. TCMB faizleri 10-15 baz puan daha yükseltir, piyasada mal ve hizmetlerin fiyatında % 200 varan artışlar olur. Enflasyon canavarı yeniden hortlar ve halkın alım gücü değişen fiyatlar nispetinde azalır, yanı daha da fakirleşirdik.
Soru 2- Böyle bir duruma nasıl bir eleştiri yapar, karşılık ya da tepki verirdin?
Cevap 2- Muhtemelen şu veya benzer ifadeler kullanırdın: Bir rahip inatlaşması yüzünden ülke battı, bitti, felakete gitti, dibe vurdu, binlerce işyeri kapandı, işimden, aşımdan oldum, evime ekmek bile getiremiyorum, eşimin, çocuklarımın ve kimsenin yüzüne bakamaz oldum… Çığlıklarını her ortamda, ağıza alınmadık küfürler ve beddualar eşliğinde atardın. Bunların da gideceği adres ülkenin seçilmiş Başkanı, Siyasal örgütünün TBMM’ndeki temsilcileri, yöneticileri ve oy tercihlerini onlar lehine yapan vatandaşlar olacaktır.
Soru 3-Bunları söyleyeceğinden neden bu kadar eminim biliyor musun?
Cevap3- Çünkü daha önce yapılan, olumlu ya da olumsuz bütün icraatlar da ve son ekonomik suikasta da benzer sözleri her ortamda dile getiriyorsun da ondan...
Soru 4-Saldırıdan nasiplenen sadece Türkiye’mi ?, işin içinde başka ülkeler de var mı? Saldırının görünen ve görünmeyen nedenleri nelerdir?
Cevap 4- Rahibin serbest kalmasını isteyen gücün asıl amacı ya da meselesi Rahip Brunson'un serbest bırakılması değildi ki! Dünya ya ve yaşadığın ülkenin etrafına dönen olaylara baktığında göreceksin ki, malum güç ; Türkiye’nin yanı sıra, Avrupa Birliği Ülkeleri, Çin, Rusya, Japonya, Türkiye, İran, Brezilya, Meksika gibi ülkelere de ekonomik savaş ilan etti. Bu ülkelere saldırısının arkasındaki asıl neden, dünyada gittikçe kaybolan siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel itibarını ve liderliğini tekrar ele geçirmektir.
Rahip Brunson, malum gücün Türkiye'ye saldırması için bulunmaz bir fırsat ve bahaneydi. Trump denen adam da stratejik ortağı için bu fırsatı ve bahaneyi kullandı. Fakat bu saldırının arka planı ise bambaşkaydı. Diğer ülkelere karşı yukarıda zikredilen nedenlere ek olarak Türkiye’ye has özel nedenler de söz konusuydu. Şöyle ki; Daha önce emir, talimat, darbe ve darbe girişimleri , daha pek çok gerekçe ile isteği gibi yönettikleri Türkiye son 15 yılda artan bir hızla raydan çıkıyordu. Her anlamda ülkenin çehresi değişiyor, ülke büyüyor, gelişiyor, içeride ve dışarıda muktedir oluyor, kendi bölgesinde ve dünyada sözü dinlenir hale geliyordu. Kısaca söz dinlemeden, söz dinletmeye ve Bağımlılıktan bağımsızlığa
terfi etmek!. İşte malum gücün buna eyvallah demesi mümkün değildi. Saldırının arkasındaki gerçek neden bu başkaldırı ve boyun eğmeme halidir!.
Soru 5- Rahip Brunson'un serbest bırakılmasının arkasında pazarlık ya da başka saikler var mıdır ya da olabilir mi? Varsa bu pazarlık ve saikler ülke ve millet lehine ne tür sonuçlar doğurur?
Cevap 5-Dünyanın her yerinde bu ve benzer olaylar çok tartışılır, çok da ses getirir. Yargılama da işin içine girerse aşamaları ve sonuçları da doğal seyrinin dışında tartışılır. Bu olayda da olduğu gibi… Kanaatimce Rahip Brunson’ un aldığı ceza ve serbest kalmasının arkasında pazarlık ve başka saiklerin olma ihtimali yüksektir. Uluslararası ilişkilerde çıkar esasına göre, bu pazarlık ve saiklerin Ülkemiz ve milletimiz açısından olumlu sonuçları olacağı kanaatindeyim. Son bir aylık süreçte malum güç ABD ile Türkiye arasındaki diplomatik görüşme, temas ve açıklamalar bunların sinyallerini vermektedir.
Bana göre Rahip Brunson'un serbest bırakılmasının arkasında pazarlık ya da başka saiklerin Türkiye lehine şu sonuçları olasıdır:
a-Türkiye, başta ekonomik olmak üzere yapılacak yeni operasyonları savuşturmuş ve elini rahatlatmıştır. (Tehlike sıfırlanmadığından itidalı elden hiçbir zaman bırakmamalı)
b-Malum güç daha önce kabul etmediği YPG-PKK bağlantısının varlığını kabullenen açıklamalarda bulunarak, Türkiye’nin tezini kabullenme yoluna girmiştir.
c-Türkiye’nin sınır içi ve dışında teröristlere ve terör örgütlerine karşı yapacağı operasyonlara karşı malum güç tarafından yapılacak siyasi, askeri engellemeler ve her türlü yardımın bertarafı hususunda yeni adımlar atılmış ve atılacaktır.
d- Türkiye ile ABD arasında bozuk olan ilişkilerin normale dönmesi konusunda ortam hazırlıklarında aşama kaydedilmiştir.
Rahibin serbest bırakılmasını kabullenmeyen, eleştiren, karşı çıkan, hatta her türlü kabullenmeyecek ifadeleri kullananlar sizlere saygı duyuyorum!
O zaman buyurun samimiyet testine:
Sizce Rahip Brunson mu ? yoksa Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve diğer alanlarda ki menfaatleri mi?, Ülkenin kangren olan Terör belasının sona ermesi mi?, Akan kanın durması ve anaların ağlamaması mı?, Geleceğimizin ve gelecek nesillerin daha müreffeh bir ülkede yaşaması mı?
Tercihiniz ne?

6 Ekim 2018 Cumartesi

YABANCIYA DANIŞMAK


YABANCIYA DANIŞMAK

Değerli dostlar;

Çok basit düşünelim, bir şahıs veya bir şirket dahi olsa her hangi bir bankaya başvuru yapsa, çek karnesi, kredi kartı ya da kredi talebinde bulunsa ya da başka bir bankacılık işlemi yapılmasını istese, ilgili banka  en azından şahsın veya şirketin durumuna bakar. Uygun şartlar varsa talebe olumlu cevap verir. Şartlar uygun değil ise şahsın ya da şirketin talebini reddeder. Bir şahıs veya şirketin değerlendirme süreci kısaca bu şekildedir.

Meseleye ülke bazında bakacalım. Diyelim ki, Ülke olarak uluslararası anlamda kredi alacaksın, tahvil, bono, hisse senedi v.s. ihraç edeceksin, her hangi bir sektörde büyük ölçekli  yatırım yapacaksın; işte  o zaman senin taleplerine cevap verecek ülkeler, uluslararası finans kuruluşları, yabancı yatırımcılar  ülkenin her türlü verisini (Bilgisini) öğrenmek ve bilmek isteyecektir. Bunun içinde senin resmi bilgilerine ya da ülke içinde danışmanlık hizmeti aldığın ekonomistlere, danışmanlara değil, uluslararası anlamda danışmanlık aldığın yabancı kuruluşlara itibar ederler ve güvenirler. Onların ortaya koyduğu veriler, hazırladığı raporlar ve kanaatler her zaman en büyük öneme sahiptir. Bundan imtina etmek, bu tür faaliyetlerden yoksun olmak handikaptır ve uluslararası anlamda ülkenin kredibilitesini olumsuz etkiler.

Bundan dolayı  ülkenin ekonomi alanında denetiminin  uluslararası deneyime sahip olan  bir şirkete verilmesi yada ülke yönetimde söz sahibi idarecilerin uluslararası deneyime sahip kuruluştan görüş, öneri ve danışmalık hizmeti alması yadırganacak bir durum değildir. Hele hele ekonomik anlamda sıkıntılı bir dönemde bunu yapmak doğru bir karara olarak değerlendirilmelidir. Zira günümüzde bu tür denetleme ve danışmanlık hizmeti almayan ülke yok gibidir.  Seçilen şirketin milliyeti, durumu, mazisi, daha önceki faaliyetlerini eleştirmek ise kişilerin tercihidir.

Vesselam.

5 Ekim 2018 Cuma

MÜSLÜMANLAR YAPMADI


MÜSLÜMANLAR YAPMADI
İnsanlık tarihi boyunca;
- Üretilen silahları Müslümanlar icat etmedi.
-İnsanlığı ve insanları yok etmeye yönelik büyük savaşları ve askeri harekatları Müslümanlar çıkarmadı.
-İnsanları köle, kadını reklam, moda, tüketim metası ve cinsel obje haline Müslümanlar getirmedi.
-Tarihinin en vahim çirkinliklerinden biri olan eşcinselliği, insanlığın başına Müslümanlar bela etmedi.
-Din, dil, ırk, milliyet, cinsiyet . renk, sosyal statü ayırımını, ötekileştirmeyi Müslümanlar yapmadı.
-Aztekler, İnkalar, Oberjinler, Kızıldereliler, Endülüs v.s. milletleri ve medeniyetleri Müslümanlar yok etmedi.
-Komünizm, faşizm, kapitalizm v.s. gibi insanlık değerleri ile bağdaşmayan ideolojileri Müslümanlar türetmedi.
-Güçlünün güçsüzü gözetmediği, hak, hukuk, adaletin olmadığı, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel sistemleri ve kurumları Müslümanlar kurmadı.
-Çevreyi yaşanmaz hale getiren, Allah’ın yarattığı her türlü nimetin yapısını bozan ve değiştirmeye yeltenenler asla Müslümanlar olmadı.
-Bozdukları Allah’ın kurduğu nizamın vahim neticeleri sonucunda insanları sonu gelmeyen hastalıklara, fizyolojik psikolojik ve ruhsal bozukluklara duçar edip, ömür boyu ilaç kullanmaya mahkum eden ve bunlardan rant devşirenler asla Müslümanlar olmadı. 
-Hali hazırdaki uygulamada olan sosyal yapı, eğitim ve öğretim sistemi ile aile mefhumunu her geçen gün ortadan kaldırmaya yeltenen, kundaktaki bebekten en yaşlısına insanları; bebek bakıcılarına, kreşlere, anaokullarına, kadın sığınma evlerine, yaşlı bakım evlerine, düşkünler ve kimsesizler yurtlarına muhtaç durma getirenler asla Müslümanlar olmadı.
Ve burada saymadığım/sayamadığım daha pek çok şeyi Müslümanlar İNANÇLARI GEREĞİ yapmamıştır.
ÇÜNKÜ MÜSLÜMANLARIN DİNİ İSLAM BUNLARIN TAMAMINA KARŞIDIR….İNANSANIZ DA İNANMASANIZ DA BİZ İNANANLAR İÇİN BÜTÜN DELİLLER MEVCUTTUR VE ORTADADIR…BUNUN İÇİN RABBİMİN BİZE GÖNDERDİĞİ KİTABA VE PEYGAMBERİM HZ. MUHAMMED’İN (s.a.v.) HAYATINA BAKMAK YETERLİDİR.



3 Ekim 2018 Çarşamba

AKP VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN OLMASAYDI


AKP VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN OLMASAYDI

-Bazı siyasi partileri ve siyasetçileri hain, terörist, bölücü olarak değil de; yine aynı kimlikleri ile görmeye devam edecektik.
-Bazı silahlı kuvvetler mensuplarını, hain, terörist, bölücü olarak  değil de; yine silahlı kuvvetlerimizin kahraman mensupları olarak görmeye devam edecektik.
-Bazı Müslüman (İslamcı) olarak görünen kimseleri, hain, terörist, bölücü olarak değil de; yine aynı kimlikleri ile görmeye devam edecektik.
-Bazı Kurum, Kuruluş, Şirket Tarikat, Cemaat, Vakıf, Dernek, Gazete, Dergi, STK  v.s. örgütlenmeleri, hain, terörist, bölücü olarak değil de; yine aynı kimlikleriyle görmeye devam edecektik. 
-Bazı gazeteci, yazar, sanatçı ve çizerleri, hain, terörist, bölücü olarak değil de; yine aynı kimlikleri ile görmeye devam edecektik.
-İnsanlar nezdinde Kahraman, Vatanperver, Milletsever olarak görünen bazı kimseleri, hain, terörist, bölücü olarak değil de; aynı payeler ile görmeye devam edecektik.
-Şimdiye kadar her anlamda yapılan, değişim, gelişim, ilerleme ve  transformasyonu yaşamamış, eski Türkiye şartlarında, kısır döngü içinde ve birilerinin kontrolünde kalmaya devam ederdik.

NOT:Bu ülkeyi ve milleti gerçek manada sevenleri tenzih ederim.

BU BİR UYARIDIR

BU BİR UYARIDIR

Bu ülke ve bu millet içeride dışarıda her türlü terörü ve teröristi gördü. Bunlarla her türlü mücadeleyi yaptı, yapmaya da devam ediyor. Şimdi ise ister iç, ister dış etkenli olsun terör ve terörist unsurlara ekonomik terör ve teröristlerde ilave oldu.
Bunlar daha önce de vardı, fakat bu günkü kadar ağırlıklarını son zamanlarda ki kadar hissettirmiyorlardı. Oysa şimdileri silahlı terör ve teröristlerin etkinliğinin azaldığını görünce var güçleri ile atağa kalktılar. Milletin elindekine, avuncundakine ve cebindekine acımazsızca, insafsızca, haince saldırıp almaya çalışıyorlar.
Bu teröre, teröriste karşı fikrimiz, zikrimiz, siyasi görüşümüz ve ideolojimiz ne olursa olsun millet olarak topluca direniş göstermemiz şarttır. Aksi halde kaybeden bizler olacağız. Kazananlar ise, bizleri daha fazla sömürmeye çalışan emperyalist-kapitalist terör ve teröristler olacaktır. Her yerde her zaman bunlarla mücadeleye herkesi katılmaya davet ediyorum.
Devlet ve hükümet yetkililerini de bu ekonomik terör ve teröristlerle daha etkin mücadele etmeye çağırıyorum. Devletimin ve yetkililerinin millete bu zülümü reva görenleri en ağır cezalara çarptırmasını ve en ağır bedelleri ödetmesini ivedilikle bekliyorum. Bu yapılmaz ise elbette millette karşılığını ödeteceği günü sabırla bekleyecektir. Unutulmasın ki Millet bedel ödetirse tam ödetir. İnanmayan varsa geriye dönüp tarihe baksın.

19 Temmuz 2018 Perşembe

FATİH VE İKİ PAPAZ

FATİH VE İKİ PAPAZ

Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’ya gelip, bunlara (Bizans halkına) “korkmayınız size hiç zarar verilmeyecektir. Herkes inanç ve ticaretinde serbesttir” deyince, Bizanslılar Fatih’in ellerine sarılıp, ayaklarına kapandılar... Fatih bu insanlara, din büyüklerinin nerede olduğunu sordu... Onlar da Patrik Gennadios’un, bugünkü Zeyrek tarafında bir manastırda hapiste olduğunu bildirdi. Sultan emredip, Gennadios’u getirtti. Ve huzuruna çıkarılınca, “Bundan böyle Ortodoksların Patriki sensin. Bunların din işleriyle meşgul olacaksın” diyerek eline “Patriklik işareti” olan bir de “asa” verdi. Ona Vezirlere (bakan) eş bir makam ile, Hazineden yüksek maaş bağladı. Gennadios, birkaç papazın da Animas zindanlarında bulunduğunu arzetti. 

Bunun üzerine o papazlar da kurtarıldı. Sultan Mehmet, yeni gelen bu iki papaza sordu: “Neden zindana atıldınız?” Papazlar da “İmparator Kostantin bize Bizans’ın istikbali hakkında sorular sordu. Biz “Bu ahlaksızlık ve adaletsizlik devam ederse, çok sürmez Türkler burayı alır” dedik. 
İmparator bizlere pek kızdı. Süresiz olarak zindana attırdı. Senelerdir hapisteyiz” dedi. 

Fatih, papazlara “Peki benim İstanbul’u aldığımı biliyorsunuz. Bu İstanbul Türklerin elinde ne kadar kalır?” diye sordu. Papazlar Fatih’e “Efendim sizin idare tarzınızı ve adaletinizi tanımıyoruz. Şimdi bir karar verirsek yanlış olur. Bize izin verin bir müddet insanlarınızı ve idarenizi, memleketi gezip görelim size arz ederiz” dediler. 

İzin verildi. Papazlar ülkeyi gezmeye çıktılar. Yolları Bursa’ya düştü. Orada bir mahkemeye vardılar. “Türklerin adalet dağıtımı nasıl?” diye merak ediyorlardı. Mahkeme kapalı idi. Kapıda bir köylü, hakimi bekliyordu. Hakim gelmedi. Böylece üç gün, köylü mahkemeye gelip eli boş döndü. Dördüncü gün hakim (Kadı) gelmişti. Köylü davasını hakime anlattı: Komşum filan kimse, haksız yere öküzümü öldürdü. Ödemesini istiyorum deyince, hakim köylüye “Evladım benim hastam vardı. Üç gündür izinli idim. Bugün izinim bitti. Ancak sen üç gün önce öküzünün parasını almalıydın. Bu benim suçum. Öküzünün parasını benim ödemem lazım” diyerek köylünün parasını ödedi. Papazlar şaşırıp kaldılar. Yeter göreceğimizi gördük diyerek İstanbul’a geri döndüler. 

Fatih’e rapor verdiler: “Türkler, bugünkü gibi adil ve müşfik davranırsa, İstanbul kıyamete kadar elinizden çıkmaz. Adaleti bıraktığınızda, sizin de elinizden çıkar” dediler.

Fatih vezirine dönüp “Lala, görüyorsun! Bu söz haklı. Ferman edelim ki hiçbir devlet adamı halka zulmetmeye!” dedi.

Yukarıdaki haklı tespitin içinde, cildlerle kitabı dolduracak kadar manalar gizlidir...

16 Temmuz 2018 Pazartesi

HAC


HAC

Allâhü Teâlâ Hz. Âdem’e (a.s.): “Ey Âdem! Benim için yeryüzünde, gökteki Beyt’imin hizâsında bir Beyt yap ki melekler Arş’ımın etrafında tavâf ettikleri gibi, sen ve çocukların da onun etrafında tavaf ederek bana ibâdet ediniz.” buyurdu.
Âdem Aleyhisselâm Mekke’ye gidip Beytullâh’ı inşa etti. Sonra Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardı: “Yâ Rabbi! Şüphesiz her çalışanın bir ücreti vardır, benim de bir ücretim vardır.” Allâhü Teâlâ da: “Evet, vardır. Dile benden ne dilersen.” buyurdu.
Hz. Âdem: “Yâ Rabbi! Beni tekrar cennete gönder.” dedi. Allâhü Teâlâ: “Bu, senin için (âhirette) gerçekleşecektir.” buyurdu. Hz. Âdem: “Yâ Rabbi! Ben hatalarımı itiraf ettiğim gibi, zürriyetimden günahlarını itiraf edip sana yalvararak bu Beyt’i (Ka’be’yi) tavaf edenleri de affetmeni istiyorum.” dedi. Cenâb-ı Allah: “Ey Âdem! Ben seni affettim. Senin zürriyetinden, bu Beyt’i ziyâret edip günahlarından tevbe edenleri de affettim.” buyurdu.
Nûh Tufanı’ndan İbrahim (a.s.) zamanına kadar Ka’be-i Muazzama’nın yeri belirsiz kaldı. Allâhü Teâlâ, Hz. İbrahim’e, Ka’be’yi inşâ ve insanları hacca davet etmesini emir buyurdu.
İbrahim (a.s.) “Ya Rabbi! Buna sesim yetmez.” dedi. Hz. Allah: “Sen davet et, duyurmak bize âittir.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. İbrahim, Makâm-ı İbrahim’in üzerine çıkıp baktı ve bütün yeryüzünü, dağları, taşları, ovaları, kara ve denizleri, insan ve cinleri ile beraber hepsini gözü önünde toplanmış gördü. İki parmağını kulaklarına koyarak doğuya, batıya, şimal ve cenûba (kuzey ve güneye) doğru dönerek şöyle seslendi:
“Ey insanlar! Beytü’l-Atîk’i (Ka’be’yi) ziyâret etmek sizlere farz kılındı, Rabb’inizin dâvetine icâbet edin, gelin.”
İbrahim (a.s.) zamanından günümüze kadar haccetmeye muvaffak olanlar, İbrahim (a.s.)’ın dâvetine “Lebbeyk Lebbeyk!” diyenlerdir.
Bir kimse o vakit İbrahim Aleyhisselâm’ın davetine kaç kere “Lebbeyk” diyerek cevap vermişse o kadar haccetmek nasib olur. (Lebbeyk: ‘Emrine âmâdeyim’ demektir.)


BİR DERVİŞTEN NASİHATLER


BİR DERVİŞTEN NASİHATLER 

Emanete.......... İhanet etmeyin...
Hâlinizden......... Şikâyet etmeyin
Büyüğünüze...... Emretmeyin…
Boş şeylerde..... Israr etmeyin...
Nefesinizi.......... Boşa tüketmeyin…
İnsanları........... Bekletmeyin…
Etrafınızı........... Kirletmeyin…
Hayatınızı.......... Mahvetmeyin…
Kimseye............ Minnet etmeyin.
İnsanları............Yüzüne karşı methetmeyin…
Kimseye............ Küfretmeyin...
Kötülüğe........... Meyil etmeyin…
Malınızı............. Boşa sarf etmeyin…
Sırrınızı............. Açık etmeyin…
Her Şeyi............ Merak etmeyin…
Suçunuzu.......... İnkar etmeyin…
Şerefinizi........... Kaybetmeyin..
Vatanınızı.......... terk etmeyin...
İyiliğe ................niyet edin...
Büyüklere ..........hürmet edin...
Sıkıntıya .............sabredin...
Aza ....................kanaat edin...
Sözünüzde .........sebat edin...
Bildiğinizle ............amel edin...
Hatanızı ...............kabul edin...
Yaramaz ...............ise def edin...
Varken ...................tasarruf edin...
Âlimlerle ...............sohbet edin...
Nefsinizle ..............inat edin...
Sofranıza ..............davet edin...
Zararlıysa ..............men edin...
Seviyorsanız ..........ifade edin...
Kalpleri ..................fethedin...
Misafire .................ikram edin...
Muhtaca ................yardım edin...
Bilseniz de .............istişare edin...
Tehlikeye ................dikkat edin
Hakkı .....................teslim edin...
Unutacaksanız ........kaydedin...
Esirgemeyin .............lütfedin...
Gariplere ................merhamet edin...
Kazanmaya ............gayret edin...
Çalışanı ................takdir edin...
Başarıyı ................tebrik edin...
Mazereti ...............kabul edin...
Her an ..................tevekkül edin...
Hastaları ..............ziyaret edin...
Çocuğunuzu .........terbiye edin...
Herkese ...............tebessüm edin...
Güvenseniz de ........kontrol edin...
İnanmayana ............ispat edin...
Fakirleri ....................gözetin...
Hayır için ..................sarf edin...
Formun Üstü



23 Mayıs 2018 Çarşamba

BİR FİNCAN HİKAYESİ

BİR FİNCAN HİKAYESİ

Yaşam bazen üzerimize çok dik ve zorlayıcı şekilde gelir. Aslında bu tip zamanlarda olan herşey, zayıf yönlerimizi gösteren ve bizi yaşama daha hazır hale getirebilmek için zorlayan olaylardır. Aşağıda okuyacağınız hikaye yaşamın bizi nasıl rafine ettiğini ve ne olduğumuzu değil ne olmak için bu dünyaya geldiğimizi göstermesi açısından çok önemlidir. Yaşadığımız her zorluğun altında yatan isyan ve acı aslında daha mükemmelleşmek için yaşamamız gereken deneyimlerdir. Ancak o deneyimleri yaşadıktan sonra baktığımızda bunu anlayabiliriz.


Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan sanki dile geldi ve kadına şöyle dedi;
“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben daha önce böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.
Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!
Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.
“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar balçık ve çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni.
“Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm de döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:
“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
“Henüz değil!”
“Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Anlaşılan o ki beni yakarak öldürecek.”
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:
“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”
“Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu.
“Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
“Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!”
“Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin 2 katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”
Ona “Evet” dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”
“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir balçık,çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.
Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri 

TÜRK LİRASI’NIN DOLARLA DANSI(TARİHİ SEYİR)



TÜRK LİRASI’NIN DOLARLA DANSI(TARİHİ SEYİR)
Cumhuriyetin ilk yıllarında dolardan daha değerli olan Türk Lirası 95 yıl boyunca yaşadığı devalüasyon, krizler, ülke ekonomisi üzerine oynanan oyunlarla bugün eski rakamla 4.750.000 TL yeni rakamla 4.75 TL seviyesine kadar gelmiştir. Biz bu günlerde üzerinde en çok spekülatif hareketler de bulunan dolara tarihi perspektiften bakmak istiyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarından itibaren işte o tarihi süreç:

DOLARDA ÖNEMLİ TARİHİ DÖNEMEÇLER:

1926: Dolar, ilk kez 2 liraya çıktı. 1946: İnönü hükümetinin yaptığı devalüasyonla dolar 2.8 lira oldu. 1958: Ülkede yaşanan çalkantılı siyasi ve ekonomik gelişmeler neticesinde dolar kuru gayri resmi devalüasyonla 9 liraya çıkarıldı. 1960: 9 liralık dolar kuru resmi hale getirildi. 1970: IMF ile ilk stand-by anlaşması imzalanırken, dolar kuru yüzde 65'lik artışla 14 lira 85 kuruşa çıkarıldı. 1980: Askeri darbe öncesinde, ülke ekonomisinin ve siyasi gelişmelerin neticesinde alınan 24 Ocak kararları kapsamında yapılan yüzde 100'lük devalüasyonla dolar kuru 70 liraya yükseltildi. 1981: Dolar, mayıs ayı başında ilk kez 100 lirayı aştı. 1984:Turgut Özal hükümeti döneminde Serbest piyasa ekonomisine geçildi, 1983'te 280 lira olan dolar 442 liraya çıktı. 1987: Dolar, aralık sonunda ilk kez 1000 lirayı aştı. 1991: Kur, kasım sonunda ilk kez 5 bin lirayı geçti. 1993: Dolar mayıs ayında ilk kez 10 bin liranın üze çıktı. 1994: Ekonomik krizin yaşandığı dönemde meşhur 5 Nisan kararları kapsamında yapılan devalüasyonla dolar 40 bin lirayı gördü. 1995: Dolar, Ekim ayında 50 bin lirayı aştı. 1996: Dolar kasım ayında 100 bin lira düzeyini yakaladı. 1997: Kur, Aralık ayında 200 bin lirayı devirdi. 1998: Dolar kuru Kasım sonunda 300 bin lirayı geçti. 1999: Mayıs ayında dolar 400 bin, kasım ayında da 500 bin lira sınırını aştı. 2000: IMF ile imzalanan 17'nci stand-by anlaşması kapsamında dikta edilen yeni ekonomik program uygulamaya konuldu. 1 dolar  0.77 Euro'dan oluşan kur sepetindeki yıllık artış yüzde 20'de tutulurken, dolar kuru yıl sonu itibariyle 672 bin lira düzeyinde oluştu. 23 Şubat 2001: Ekonomik programda yapılan revizyonla sabit kur politikasından vazgeçilerek, kurların dalgalanmaya bırakılması sonucu dolar 1 milyon lirayı aştı. 15 Ağustos: Temmuz ortasında bankalar arası piyasada 1 milyon 600 bin lirayı gören, daha sonra aşağı çekilen dolar kuru yeni bir dalgayla 1.5 milyon liraya dayandı. Dolarda gelinen 1.5 milyonluk kur düzeyi, yeni bir psikolojik sınırı ifade ediyordu. Özellikle Türkiye'de siyasal istikrarsızlığın bir türlü aşılamadığı son 25 yılda TL'nin dolar karşısında hızlanan değer kaybının, Şubat ayından bu yana geçen dönemde ise rekor düzeye ulaşması, Türkiye ekonomisindeki bunalımı giderek içinden çıkılmaz bir noktaya getirdi. 2001 Şubat krizi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan en büyük kriz olarak tarihe geçti.

Türk Lirası, cumhuriyet döneminde, özellikle savaş, siyasal veya ekonomik bunalım, darbe, darbeye teşebbüs ya da değişim dönemlerine denk gelen yıllarda yüksek oranlarda devalüe edildi. İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1939, 27 Mayıs öncesindeki kriz günlerinde 1960, IMF ile ilk stand-by'ın yapıldığı 1970, 24 Ocak kararlarının alındığı 1980, serbest piyasa ekonomisine geçilen 1983, Tansu Çiller'in Türkiye'yi ağır bir ekonomik krize soktuğu 1994 ve en son olarak finans krizinin patlak verdiği 2001, yüksek oranlı devalüasyon yılları oldu. Psikolojik düzeyler olarak, ilk kez 1970'te 10, 1981'in Mayıs ayında 100, Aralık 1987'de 1000, Mayıs 1993'te 10 bin, Kasım 1996'da 100 bin, Aralık 1997'de 200 bin, Kasım 1998'de 300 bin ve Mayıs 1999'da 400 bin lira lirayı aşan dolar, 2000 sonunda da 700 bin liraya yaklaşmıştı. Bu yılın şubat ayında patlak veren finansal kriz sonrasında ise dolar kurunda art arda rekorlar süreci ve milyon TL'lik düzeyler dönemi başladı.

Doların 95 Yıllık serüveninde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılında Türk Lirası'nın değeri ABD Doları'nın üzerinde bulunuyordu. 1926'da 2 liraya yükselen dolar, dünya ekonomik krizinin yaşandığı 1929'da 2 lira 13 kuruşa çıktı. Kurların siyasal otorite tarafından belirlenmeye başlandığı 1930'lu yıllarda hükümet dolar kurunu aşağı çekerek, 1935'e gelindiğinde 1.25 liraya kadar indirdi. Mustafa Kemal Atatürk’lü yılların sona erdiği, İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1939 yılında 1.31 liraya çıkan dolar, 1940-1945 yılları arasındaki  dönem de  bu düzeyini yaklaşık olarak korudu. İnönü döneninde  1946 yılında yapılan devalüasyonla 2.8 liraya çıkarılan dolar kuru, çok partili sisteme geçilmesi ve DP'nin işbaşına gelmesinden sonraki siyasal istikrarlı dönemde uzun süre değişmedi. 1958 yılında gayri resmi olarak yapılan devalüasyonla 9 liraya çıkarılan dolar kuru, 1960'da resmen bu düzeyine yükseltildi ve 1970'e kadar aynı düzeyde kaldı. İkinci Demirel hükümeti 1970 yılında Türkiye'nin IMF ile ilk stand-by anlaşmasını imzalarken, dolar kurunu da 14 lira 85 kuruşa çıkardı. 12 Mart yarı askeri rejiminin işbaşına geldiği 1971 yılında 14 liraya çekilen dolar 1974'e kadar bu düzeyde tutuldu. Ecevit'in başkanlığındaki CHP-MSP hükümetinin Kıbrıs barış harekatını gerçekleştirdiği 1974'te dolar 13 lira 85 kuruşa çekildi. 1975 yılında 15 lira, 1976'da 16.5 lira olan dolar, Süleyman Demirel'in yeniden başbakan olduğu ve ünlü "70 cente muhtacız" sözünü ettiği 1977 yılında 19 lira 25 kuruşa yükseltildi. Dolar, istikrarsızlığın giderek arttığı 1978 ve 1979 yıllarında sırasıyla 25 ve 35 liraya ulaştı.

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YENİ BİR DÖNEM BAŞLATAN 24 OCAK KARARLARI:

Süleyman Demirel başkanlığındaki hükümetin 24 Ocak 1980'de uygulamaya koyduğu 24 Ocak kararları kapsamında dolar 70 liraya çıkarıldı. Esnek kur uygulaması sürdürülerek dolar yılın sonunda 89 lira 25 kuruşa yükseltildi. Dolar, darbe yönetimin iş başında olduğu 1981'in mayıs ayı başlarında ilk kez 100 lirayı aşarken, yıl sonunda 132 lira 30 kuruşa, 1982'de de 184 lira 90 kuruşa çıktı.

1983 seçimlerinden sonra işbaşına gelen ANAP hükümeti, Türkiye için yeni bir model olan’’Serbest piyasa ekonomisi’’ne geçişi sağladı. Bu dönemde dolar 280 lira oldu. Özal'lı yıllar olarak anılan izleyen dönemde Türkiye ekonomisi dışa açıldı, kambiyo rejimi liberalize  edildi. Döviz taşıma ve alım-satımı serbest hale geldi. Yaygın bir tasarruf aracı haline gelen dolar 1984'te 442.5, 1985'te 574 ve 1986'da 756 liraya yükseldi. 22 Aralık 1987'de ilk kez 1000 lira düzeyini gören dolar yılın sonunda 1018 lira oldu. Dolar, 1988'de 1813 liraya, 1989'da 2 bin 311 liraya, 1990'da 2 bin 927 liraya çıktı. 28 Kasım 1991'de ilk kez 5 bin lirayı geçen dolar yıl sonunda da 5 bin 75 lira oldu. 1991 sonunda işbaşına gelen Demirel başkanlığındaki DYP-SHP hükümeti dolar kurunu 1992 sonunda 8 bin 555 lira 85 kuruşa çıkardı. 1993'ün Mayıs ayında ilk kez 10 bin liranın üzerine çıkan dolar anılan yılın sonunda 14 bin 458 lira oldu.

DOLARLA TANSU ÇİLLER’İN AŞKI:
 1993'te Turgut Özal’ın vefatı sonrasında Süleyman  Demirel Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller Başbakanlık koltuğuna oturdu. Ekonomi profesörü olan Tansu Çiller'in faizleri yapay biçimde emirle düşürme girişimi ülkeyi adım adım krize götürdü. 1994 başlarında mali piyasalarda başlayan ekonomik kriz tüm ekonomiye yayıldı. Dövize olan yoğun talep sonucu, serbest piyasada döviz kurları hızla yükselmeye başladı. Yapılan devalüasyonla 1 dolar 17 bin 250 liraya yükseldi. 5 Nisan kararları kapsamında Merkez Bankası kur belirlemeye son vererek, bankacılık sisteminde oluşan kurları esas almaya başladı. Bu tarihte 23 bin lira olan resmi dolar kuru, piyasaya uyumla bir ara 40 bin liraya kadar çıktı. 13 Ekim 1995'te ilk kez 50 bin lirayı aşan dolar, yıl sonunda 59 bin 501 lira oldu. Dolar, 25 Kasım 1996'da 100 bin lirayı geçerken, yılın sonunda da 107 bin 505 lira düzeyinde gerçekleşti. Dolar kuru 18 Aralık 1997'de ilk kez 200 bin lirayı geçti ve 1997 sonunda 205 bin 110 lira düzeyinde oluştu. 24 Kasım 1998'de de 300 bin lirayı aşan dolar kuru, yılı 313 bin 707 liradan kapadı. Dolar 1999'un kasım ayında 500 bin lirayı yakaladı, 2000 yılını 672 bin liradan kapattı. Kurların dalgalanmaya bırakılmasıyla dolar 23 Şubat'ta ilk kez 1 milyon liralık düzeyleri gördü. İzleyen dönemde siyasal çekişmelerin etkisiyle dalgalanan dolar mart sonunda 1 milyon 20 bin, nisan sonunda 1 milyon 137 bin, mayıs sonunda 1 milyon 206 bin, haziran sonunda 1 milyon 252 bin lira oldu. Dolar, artan siyasi güvensizliğin etkisiyle temmuz ayı ortalarında bankalar arası piyasada 1 milyon 600 bin lirayı gördü, daha sonra aşağı çekilerek ay sonunda resmi kurda 1 milyon 323 bin liraya geriledi. Siyasi güvensizliğin aşılamaması ve döviz talebinin kırılamaması yüzünden dolar yeniden artışa geçerek ağustos ortasında 1 milyon 500 bin lira sınırına dayandı.

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ-RECEP TAYYİP ERDOĞAN DÖNEMİ

2002 yılında siyasi ve ekonomik istikrarsızlık hat safhaya ulaşınca, erken seçime gitme kararının ardından AKP tek başına iktidara geldi. Bu dönem Türkiye Cumhuriyeti tarihinin siyasal açıdan en istikrarlı, ekonomik anlamda ise zirve dönemidir.2002-2017 yılları arasındaki 15 yıllık dönemde ülke ekonomisi her anlamda 3,5 kat büyümüştür. Bu dönemde de ülkede başta anarşi-terör, ekonomik krizler, iç ve dış tehditler, darbe girişimleri olmasına rağmen bu başarılar elde edilmiştir. Özelikle yapılan anayasa değişikliği ile, parlamenter sistemden partili başkanlık sistemine geçiş sağlandıktan sonra, ülke üzerindeki siyasi, ekonomik hatta askeri baskılar artmış ve her geçen gün de artmaya devam etmektedir. 24 haziran yapılacak erken seçim öncesinde bu baskılar ekonomik alanda devreye sokulmuş bunun emareleri de özellikle döviz ve faiz üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Uluslararası ekonomi derecelendirme kuruluşları da Türkiye’nin notunu düşürmek için adeta seferberlik ilan etmişlerdir. Artan baskıların temel amacı Recep Tayyip Erdoğan AKP iktidarını indirmektir. Dolasıyla bu durum seçime kadar artarak sürecektir. Sağduyulu milletimizin kahir ekseriyeti gözleri önünde cereyan eden bu durumu görmekte ve itidallı hareket etmektedir. Seçimlerde de gerekli cevabı sebep olanlara mutlaka verecektir.

2002-2017 YILLARI ARASI DOLARIN SEYİR DEFTERİ

2002- 1.506.431-1.513.697 TL.
2003- 1.491.635-1.498.830 TL. önceki yıla göre yaklaşık - %1 düşüş,
2004- 1.421.923-1.428.781 TL. önceki yıla göre yaklaşık - %5 düşüş,


2005- 1,3408-1,3473 TL. önceki yıla göre yaklaşık -  %6       düşüş,
2006- 1,4318-1,4387 TL. önceki yıla göre yaklaşık + %6       artış,
2007- 1,3015-1,3078 TL. önceki yıla göre yaklaşık  - %9       düşüş,
2008- 1,2930-1,2993 TL  önceki yıla göre yaklaşık  -  %2      düşüş,
2009- 1,5474-1,5549 TL  önceki yıla göre yaklaşık +  %19    artış,
2010- 1,5011-1,5084 TL  önceki yıla göre yaklaşık  - %3       düşüş,
2011- 1,6708-1,6788 TL  önceki yıla göre yaklaşık + %11     artış,
2012- 1,7921-1,8007 TL  önceki yıla göre yaklaşık + %7       artış,
2013- 1,9020-1,9061 TL  önceki yıla göre yaklaşık + %6       artış,
2014- 2,1881-2,1921 TL  önceki yıla göre yaklaşık + %15     artış,
2015- 2,7209-2,7258 TL  önceki yıla göre yaklaşık + %18     artış,
2016- 3,0223-3,0277 TL. önceki yıla göre yaklaşık + %1       artış,
2017- 3,6491-3,6557 TL  önceki yıla göre yaklaşık + %21     artış,
2018- 3,9435     -

  
NOT:
1-Yıllık Ortalama USD Döviz Kurları; yıllık iş günlerine ait ortalama döviz kurlarının aritmetik ortalaması alınarak hesaplanmıştır. Tutarlar TCMB döviz kurları esas alınarak bilgi amacıyla verilmiştir.

2-2005 yılından önceki döviz kurları Türk Lirasından 6 sıfır atılmadan önceki hali ile gösterilmiştir.

3-AKP’nın 15 yıllık iktidarı döneminde 2002-2017 yılları arasındaki kur artışı yaklaşık %135 dir.







15 Mayıs 2018 Salı

ÇARE, ÇÖZÜM VE ÇIKIŞ YOLU ‘’CUMHUR İTTİFAKI''


ÇARE, ÇÖZÜM VE  ÇIKIŞ YOLU ''CUMHUR İTTİFAKI''

-24 Haziran seçimlerinde Türkiye’yi kurtaracaklarını iddia ederek boylarını aşan büyük ve süslü sözler sarf eden muhalefetin hiçbir somut politikası ve projesi yoktur.
-Ülkemizin içinde bulunduğu koşulara ve yaşadığı sorunlara çareler üretmek yerine kendi bireysel ve kurumsal çıkarlarını ön planda tutanlar beni ve milletimizi ikna edemezler.
-Tam bir ateş çemberi içinde yer alan ülkemiz ve milletimiz, egemen güçlerin ve işbirlikçilerinin  kuşatması ile karşı karşıyadır.
-Ülke ve milletimiz; Terör, ekonomik abluka, tecrit edilme (komşularından, bölgesinden, mensubu olduğu İslam Alemi’nden ve dünyadan), bölme ve çatışma ortamında yaşatılmak gibi enstrümanlarla baskı altındadır.
-Her alanda ve anlamda ülkenin önüne konulan 2023,2053,2071 hedefleri için atılan ve atılacak adımların devamını sağlamak  elzemdir.
-Son dönemlerde ülkemizin ve milletimizin her alandaki kazanımlarının akamete uğramaması, demokrasi, özgürlük, adalet ve insan hakları alanındaki adımlarının daha ileriye taşınması ve geliştirilmesi şarttır.
-16 Nisan 2017'de gerçekleşen referandumla yapılan yönetim değişikliğinin tüm yönleriyle yürürlüğünün gerçekleşmesi  ve yeni dönemin başlatılması ülke ve millet için daha hayırlı olacaktır.
-Bütün bunlardan dolayı ülkemiz ve milletimiz milli ve manevi değerler etrafında bütünleşmek, milli mücadele ruhuyla hareket etmekle mükelleftir.
-Şartlar ve ortam; ülke ve milletimizin; birikimsiz, tecrübesiz, misyonsuz, vizyonsuz ve dünya şartlarından bihaber kişilere, partilere ve kurumlara teslim edilmesini mümkün kılmamaktadır.
Çare, çözüm ve çıkış yolu ‘’CUMHUR İTTİFAKI’’dır ve benim oyum bu yöndedir.
Vesselam

HAYBER SAVAŞINA KATILMAK İSTİYORMUSUN


HAYBER SAVAŞINA KATILMAK İSTİYORMUSUN?

Hayber kalelerinde bulunan Yahudiler Müslümanların kaleyi feth edemeyeceğini düşünüyordu çünkü
Hayber kaleleri sağlam, yüksek bir yerdeydi. 
Ok atsan sana geri dönüyordu. 
Taş atsan yetişmiyordu. 
Bağırsan sesin duyulmuyordu. 
Hayber yıkılmıyordu. 
Hayber fethedilemiyordu.
Günlerce bekledi İslam ordusu. 
Ama Yahudiler kalelerden çıkmıyordu. 
Müslümanların stoku tükenmek üzere, moralleri bitmek üzereydi. 
Günlerce beklediler. Ama nafile! 
Bu uzun bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz bir strateji geliştirdi. 
Hurma ağaçları kesilecekti. 
Hayber Yahudilerinin ekonomisi birer birer kesilecekti. 
Servetleri devrilecekti. 
Gelecekleri köklerinden kazınacaktı. 
Zira Yahudi için para, servet, zenginlik her şeydi. 
Ağaçlar kesildikçe Yahudiler kahroluyordu. 
Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı. 
Anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle Yahudilerin başkenti Hayber’i terk edeceklerdi. 
Sen de Hayber savaşına katılmak istiyorsan bir ağaç da sen kes! 
Sen de bugün sövsen sesin Yahudiye ulaşmaz! 
Taş atsan İsrail’e ulaşmaz!
Ok atsan Tel Aviv’e yetişmez. 
Ama sen de Peygamber Efendimizin stratejisini yapabilirsin! 
Al eline baltayı kes Yahudilerin ağaçlarını! 
Nasıl mı? 
Evine giren her Yahudi malı bir ağaçtır. 
Kullandığın her Yahudi malı  bir ağaçtır. 
Hayber savaşına katılmak istiyor musun? 
Öyleyse al eline boykot baltasını kes Yahudilerin ağaçlarını! 
Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa mutlaka karşılığını bulur, diyor Rabbimiz!
İSRAİL’İN ticari ürünlerde barkod numarası:729’dur
Başka ne yapabilirim ? diyorsan; bir miting’e katıl, elini cebine at bir ilaç, mama,su ya da mermi parası gönder, Filistinli gençlerin kaldığı yurtları/vakıfları destekle…bir nebze de dertlere sen derman ol.
Hayber savaşı stratejisi; İsrail için geçerli olduğu kadar, kuruluşundan bu yana ona her zaman ve her ortamda destek veren ABD içinde geçerlidir. Gittiği her yerde kan, göz yaşı bırakan, hırsızlık, yolsuzluk ve soygun yapan İsrail gibi terör devleti olan ABD' nın Kore, Vietnam, Afganistan, Irak vedünyanın pek çok yerde yaptıkları ortadadır. Hatta bir çok ülkenin ABD ve başka ülkelerdeki varlıklarına ya kendisi ya da BM vasıtasıyla el koymuş veya dondurmuştur. Bu şekilde o ülkelerin çok büyük zararlara uğramalarına neden olmuştur. Ayrıca şantaj, tehdit, korkutma, ekonomik abluka, her türlü spekülatif hareket ve adam satın almaları da buna eklersek olayın boyutlarının ne kadar büyük ve ciddiyet arz ettiği ortaya çıkar. ABD-KANADA ticari ürünlerinde barkod numarası: 00-13 Yerel kullanım (depo,ambar) 20-29’dur.
Lütfen alışveriş yaparken ürün barkod  kodlarına dikkat ediniz.
Daha Fazla Kişinin Okumasına vesile olmak adına Paylaşalım!!! İnşaAllah
Selam ve dua ile.


AKLARA KARA DİYENLER


AKLARA KARA DİYENLER

Yapılanlara-yıkacağım,
Devam edenlere-Durduracağım,
Satılması uygun olmayanları-Satacağım,
Millete verilenlere-Vermeyeceğim,
Dost dediklerimize-Düşman,
Düşman dediklerimize-Dost,
Gidilen yerlere-Gitmeyeceğim,
Gidilmeyecek yerlere-Gideceğim,
Hukuka uygun yapılanlara- Uygun değil AYM ve AİHM’ nde iptal ettireceğim diyen kısaca AK denilenlere kara çalan bir zihniyetin temsilcisi kişi ve kurumlar Ülkem ve milletim için çare değildir.

1 Mayıs 2018 Salı

AKP FABRİKALARI SATMIŞ


AKP FABRİKALARI SATMIŞ!

AKP İktidara geldiğinden bu yana hiç fabrika kurmamış ve bütün fabrikaları satmış öyle mi ?

Ne üretiyordu bu ülke de AKP  üreten fabrikaları satmış?

-Bu ülke de  dünya da marka olmuş içeride ve dışarıda milyonlarca satış yapan, binlerce insan çalıştıran, ihracat geliri  elde eden otomobil ve yedek parça fabrikaları vardı da onları mı satmış ?

-Uçak, tank, top,  füze, uydu, İHA,SİHA v.s. üreten, kendi silahlı kuvvetlerinin ihtiyacını karşıladığı gibi, başka ülkelere satış yaparak ihracat geliri elde eden, binlerce insan çalıştıran fabrikalar vardı da onları mı satmış?

-Bu ülke de ilaç, tıbbi malzeme, alet-edevat v.s. üreten; dünya da marka olmuş, ülkenin ihtiyacını karşılayan, başka ülkelere satış yaparak ihracat geliri elde eden, binlerce insan çalıştıran fabrikalar vardı da onları mı satmış?

- Bu ülkede değişik sektörlerde faaliyet gösteren, marka olmuş, üreten, ülkeye ve dünyaya  satış yapan, gelir elde eden, binlerce insan çalıştıran fabrikalar vardı da onları mı satmış?

Kocaman bir hayır!

Satılanlar:

-Kahır ekseriyeti, günümüz teknolojisine, üretim yöntemlerine , kalitesine ,dünya standartları uygun olmayan, maliyetleri yüksek mallar üreten, piyasasında rekabet gücü olmayan, zarar ya da benzer kuruluşlara nispeten daha az kar eden, rantabl olmayan küçük işletmelerdi.

-Kahir ekseriyeti günümüz işletmecilik anlayışına ve yöntemlerine uygun olmayan anlayışla yönetilen ve  yönetimlerin siyasi iktidarların, vesayet odaklarının, sendikaların çiftliği haline gelmiş işletmelerdi.

-Kahir ekseriyeti optimum çalışan  yerine; bir, üç, beş kat, hatta daha fazla çalışanının bulunduğu, gizli işsizliğin kol gezdiği, işe gelmeden gelir elde edenlerin bulunduğu yerlerdi.

Bu tür işetmeler başka ülkelerde devlet tarafından, çok  önceden devreden çıkartılmış, kapatılmış ya da, özelleştirilmiş olduğu halde, ülkemizde her şeyde olduğu gibi burada da geç kalınmıştır. Onun için AKP  hükümetlerinin bu konudaki adımlarını, devleti üzerindeki  kamburlardan kurtardığı için takdir ediyorum.

Bu tür uygulamaları destekleyenlerin ise buralardan nemalanan ülke ve millet düşmanları ya da bu durumlardan haberdar olmayanların olduğu kanaatindeyim.   

Vesselam…



21 Nisan 2018 Cumartesi

VEFASIZLIK VE İHANET



VEFASIZLIK VE İHANET

Milli görüşçüler üzülecek ama gerçek bu;
Merhum Erbakan hocamız ile kuruluş, gelişme ve yükseliş dönemlerini yaşayan Milli Görüş Hareketi,
Recai Kutan ile duraklama devrini,
Mustafa Kamalak ile gerileme devrini yaşamıştır.
Temel Karamollaoğlu döneminde ise yıkılmaya yüz tutmuştur.
Rahmetli Erbakan hocamızın siyaset sahnesine yetiştirdiği talebeleri tarafından hareketin   yeniden dirilişi  için kendilerine sunulan ‘’Cumhur İttifakına’’ katıl teklifi ellerinin tersiyle itilmiş ve reddedilmiştir.
24 Haziran erken seçimine  başka bir ittifakla ya da tek başlarına  girerlerse siyasetin ‘’serv’’ini yaşayacaklarına şüphe yoktur. Bu durum siyaset tarihinin çöplüğüne gitmeyi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu hal  Rahmetli Erbakan hocamızın bıraktığı mirasa  vefasızlık, milli görüşe hareketine en büyük ihanettir.

18 Nisan 2018 Çarşamba

ŞİMDİ SEÇİM ZAMANI BAKIN NELER OLACAK


ŞİMDİ SEÇİM  ZAMANI BAKIN NELER OLACAK

1-Korktular baskın seçime gidiyorlar diyenler olacak,
2-Seçimi boykot edelim diyenler olacak,
3-Seçimde hile yapılacak diyenler olacak,
4-Devletin seçim ile ilgili kurumlarını suçlayanlar olacak, 
5-Vatandaşın oyunu almak için şunu verdiler, bu verdiler diyenler olacak,
6-Olağanüstü hali gerekçe göstererek  sağlıklı, adil  ve güvenli seçim ortamı yok diyenler olacak,
7-Aday belirleme telaşına girenler olacak,
8-Küsenler,darılanlar,tepki göstenler, hata bulunduğu gemiyi terk edenler olacak,
9-Seçim-toto oynayan, vatandaşın nabzını tutanlar olacak,
10-Nalına- mıhına, ötesine -berisine vuranlar olacak,
11-Pişmiş aşa su katanlar alacak,
12- Onikiden vuranlar olacak, karavana atanlar olacak.
13-Bunları okuyanların ilaveleri- çıkarmaları olacak.
14-En sonunda Ülkeye  ve Millete hayırlı olsun diyen bir çoğunluk olacak.

Vesselam.




BİR DEVİR KAPANIRKEN BİZE DÜŞEN VE KAYBEDENLER

BİR DEVİR KAPANIRKEN BİZE DÜŞEN VE KAYBEDENLER

16 Nisan 2017 tarihini, bu topraklar üzerinde 200 yıllık parantezin kapandığı tarih olarak hatırlansın istiyorsak hepimize düşen görev ya da sorumluluk açıktır. Kısır çekişmeleri, Gündelik kavgaları, Rant hesaplarını, Şahsi çıkar kaygılarını bir tarafa bırakarak adı Türkiye Cumhuriyeti olan bu ülke ve vatandaşları için var gücümüzle çalışmak. Bunun başka da bir yolu yoktur.
16 Nisan diye yazılır, 16 Temmuz diye okunur. Ya da 16 Temmuz diye yazılır 16 Nisan diye okunur. Anlıyorsun değil mi 15 Temmuz’ u 16 Temmuz’ a bağlayan gece kimler kaybettiyse 16 Nisan’ ı 17 Nisan’ a bağlayan gecede onlar kaybetti. Dolayısıyla, memleketin selameti için samimiyetle sandığa gidip 'hayır' oyu veren insanla ‘evet ‘ oyu veren bir insan olarak derdim olamaz. ‘Evet’ oyu verenlerinde olmamalıdır. Ama bu ülke ve millet için herkesle mücadelem devam edecektir. Ancak 16 Nisan da ve 16 Temmuz’da gerçekten yenilenlerle savaşım sonuna kadar devam edecek. Çünkü bir an bile vazgeçersem ben, ülkem ve milletim ya kaybeder yada yok olur.