30 Ocak 2015 Cuma

FETİHLERİN ANAHTARI: HELAL LOKMA

Fetihlerin Anahtarı: Helâl Lokma

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin…” (Bakara, 172)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“…Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! diye dua eder. Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!” (Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3)

Yavuz Sultan Selîm Han devrinin ahlâkî yüceliğini gösteren pek çok vak’a vardır. Mısır’a giderken ordu-yi hümâyûnun Gebze yakınlarından geçtiği yerler, hep bağlık-bahçelikti. Sultan Selîm Han:
“Acabâ askerlerim, sahibinden müsâadesiz üzüm ve elma koparıp yediler mi?!.” diye düşüncelere daldı.
Sonra yeniçeri ağasını huzûruna çağırttı:
“-Ağa fermânımdır; Bütün yeniçeri, sipâhî ve azap askerlerimin heybeleri yoklansın! Heybesinde bir elma veya üzüm salkımı çıkan asker olursa, derhâl huzûruma getirilsin!” diye emretti.
Yeniçeri ağası, derhâl harekete geçerek heybeleri araştırdı. Daha sonra Sultân’ın huzûruna gelerek:
“-Sultânım koparılmış hiçbir elma ve meyve izine rastlamadık!..” dedi.
Yavuz, bu habere çok sevindi. Üzerindeki ağırlık ve zihnindeki düşünceler kalktı. Sonra ellerini açarak:
“Allâh’ım! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Bana haram yemeyen bir ordu ihsân eyledin!..” diyerek duâ etti ve ağaya:
“-Şâyet askerlerim izinsiz meyve koparmış olsalardı, Mısır seferinden vazgeçerdim. Çünkü, haram yiyen bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olmaz!..” dedi.




18 Ocak 2015 Pazar

ESMA-ÜL HÜSNA İLE TEDAVİ



ESMA-ÜL HÜSNA İLE TEDAVİ

Esma-Ül Hüsna İle Nasıl Tedavi Yapıldığına Dair Biyoloji İlminin Mucidi Dr. İbrahim Kerim Anlatıyor:
Esma-ül Hüsna’nın tüm hastalıklara şifa olduğunu keşfettim. Gözümle gördüğüm, şahit olduğum bir olayı anlatayım: Bir arkadaşımın gözleri iltihaplanmış, kıpkırmızı kesilmişti. İki elini gözlerinin üstüne koyarak ‘YA NUR, YA HABİR, YA VEHHAB’ esma-i şeriflerini okumaya devam etti ve bir süre sonra Allah’ın lütfuyla gözleri eski haline geldi.
TEDAVİ ŞEKLİ İSE ŞÖYLEDİR: Ağrıyan yere elini koyarak Esma-ül Hüsna’yı okumaya devam etmek…
Esmaül Hüsna için “bedeni ve zihni, öfke, nefret, eleştiri, hüzün, pişmanlık, kıskançlık, korku ve günah duygusundan meydana gelen zehirleri temizleyen en etkili güçtür. Hastalık genelde bedenin herhangi bir yerinde enerjinin işlevini yapmaması sonucunda oluşur. Öfkelendiğimizde, bedenimizde öldürücü bir zehir meydana gelir. Eğer bu zehir nötralize edilmezse bazen uzun vadede ölümle sonuçlanır.İşte bu zehrin de en büyük panzehiri Esmaül Hüsna’dır” tarifini yapan yazar bazı rahatsızlıkları ve onlara iyi gelecek adları listeliyor;
İşte bazı rahatsızlıklar ve ona şifa verecek Esmaül Hünsa:
Kulak için: EsSemi
Omurga için: El Cabbar
Saç için: El Bedi’
Adaleler için: El Kavi
Kalp Kasları için: ErRezzak
Atardamarlar için: El Cabbar
Kanser için: Celle Celaluhu
Esma-ül Hüsna:
Burun için: Latif- Ğani- Rahim
Bacak için: ErRafi’
Göz – damarları için:El Muteal
Kolon için: ErRauf
Karaciğer için: En Nafi’
Prostat için: ErReşid
Yağ keseleri için: En Nafi’
İdrar kesesi için: El Hadi
Akciğerler için: ErRazık…
Kemikler için:En Nafi
Dizler için: ErRauf
Saç Kepeği için: Celle Celaluhu
Kalp için: En Nur
Kalp Damarı için: El Vahhab
Sinirler için: El Muğni
Migren için: El Ğani
Guatr için. El Cabbar
Göz için: EnNur-Basir-Vahhab
Mide için: ErRezzak
Böbrek için: El Hayy
Bağırsaklar için: EsSabur
Pankreas-Şeker hastalığı için: El Bari
Rahim için: El Halik
Romatizma için: El Muheymin
Ğudde teymusiyye için: El Kavi
Göz Siniri için: EzZahir
Tansiyon için: El Hafid
Yazar eserinde, “türlü ihtiyaçların giderilmesine yönelik şu zikir tekniklerini deneyebilirsiniz” tavsiyesinde de bulunuyor:
Sağlıklı bir ömür için El- Vasi
İyi bir idareci olmak için El-Vali
Yeni bir iş kurmak için El-Hakim
Küsleri barıştırmak için El- Cami
Bolluk ve bereket için El- Hamid
Bedenen güçlü olmak için El- Kaviy
Sevmek ve sevilmek için El- Vedud
Daima yükselmek için El- Mukkadim
Birinin elinizden tutması için El-Veli
Her meselenin çözümü için Ez- Zahir
Birilerine iyilik yapmak için El- Latif
İlim ve irfanınızın artması için EL-Alim
Cesur ve atılgan olmak için El –Kahhar
Alacaklarınızı tahsil etmek için El-Bais
Hafızanızın kuvvetlenmesi için El- Habir
İzzet ve şerefinizin artması için El- Mecid
Ağır hastalıklardan korunmak içi El-Mümin
İkna kabiliyetinizin yükselmesi için El- Azim
Kaybettiğiniz bir şeyi bulmak için El- Vacid
Üzüntü ve sıkıntıdan kurtulmak için El Halik
Yaşamda neşeli ve enerjik olmak için El-Hayy
İşlerinizde daha başarılı olmak için El- Muhyi
Kötü alışkanlıklardan kurtulma için Er- Reşit
Kötü birinin uzaklaştırılması için El- Muahhir
Zekanızın daha kuvvetli olması için El- Muhsi
Herhangi bir hedefe ulaşmak için El- Musavvir
Eşinizle aranızın daha iyi olması için El- Muksit
Hatırı sayılır insanların sizi sevmesi için El- Vali
Şansınızın ve talihinizin açılması için Eş- Şekkkur
Elinizdeki fırsatları değerlendirmek için El- Muid
Elinizdeki bir şeyi muhafaza etmek için Er-Rakib
İhtiyacınız olan bir şeyi elde etmek için El- Mukit
İnsanlardan hürmet ve saygı görmek için El- Kebir
Sizde eksik olan bir şeyi tamamlamak için El- Mukit
Arzu ve isteklerinizin kabul olunması için El- Mucib
İşinizde yükselmek ve kariyer yapmak için Er- Rafi
Çocuklarınızın size daha itaatkar olması için El- Hadi
Maddi ve manevi anlamda güçlü olmak için El- Metin
Sizde eksik olan bir şeyin tamamlanması için El- Cebbar
Şefkatli ve merhametli olmak için ER-Rahim, Er-Rahman
Aranız açık bir arkadaşınızla barışmak için Celle Celelahü
İnsanlar arasında başı dik ve alnı açık gezmek için El- Hasib
Size zarar verecek kişilerin sizden uzaklaşması için Ed- Darr
Başkalarını duygu ve düşüncelerini anlamak için El Müheymin
Birinin gücü ve varlığı karşısında zayıf kalmamak için El-Müzill
Başladığınız bir işi başarıyla sonuna kadar götürmek için El-Vekil
Zihinsel,ruhsal ve bedensel olarak organize olmak için El-Kayyum
Herhangi bir konuda haklı olduğunuzu ispatlamak için El- Hakem
Birine yaptırmak istediğiniz işinizin kolaylıkla olması için El-Rezzak
Maddi ve manevi anlamda sıkıntıya düşmemek için El-Muğni, En-Nafi
Olmadık yerden başınıza felaketlerin gelmemesi için El -Mani, Es-Sela

15 Ocak 2015 Perşembe

ŞAİR NABİ PEYGAMPER'İMİZE HAKARET EDENLERE CEVAP VERİYOR.



ŞAİR NÂBİ PEYGAMBER ‘İMİZE HAKARET EDENLERE CEVAP VERİYOR.

Sizlerle Diyanet'in aylık dergisinin Eylül 2010 sayısında yer alan bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazıda Şair Nâbi' nin Efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'e olan sevgisi anlatılıyor. Naat'ının da hikayesi yazıyor.

Ve işte yazı:
 
Şair Nâbi’de Hz. Peygamber Sevgisi
Tarih: 12.10.2010

1642 yılında Şanlı Urfa’da doğan Nâbi, Divan şairlerimiz arasında kendine özgü bir tarzın sahibi bir şair olarak dikkat çeker. Onun şiiri “hikemi” bir şiirdir. Bu yüzden Nâbi şiiri denilince akla çağdaşlarına göre daha yalın bir dille yazılmış, öğretici vasfı bulunan bir şiir gelir. Nâbi’nin böyle bir tarzın sahibi olması, devriyle de alakalı bir husustur. Çünkü, yaşadığı devir Osmanlı’nın duraklama devridir. Ortada ciddi anlamda problemler vardır. Şair, bunlar karşısında kendini sorumlu hisseden bir insan tavrıyla olumsuzlukları tenkit etmek ve çözümler üretmek istemektedir. Fakat, o onca didaktik tavrına rağmen sanat değeri yüksek şiirler yazmayı da başarmış ve bu yüzden devrinde ve sonraki zamanlarda adı hep şöhretli şairler arasında anılmıştır.

Nâbi’nin şöhreti elbette yazdığı toplumcu ve öğüt verici şiirleriyle alakalıdır ama onu yine genel özellikleri itibarıyla diğer Divan şairlerinden ayrı bir yerde tutamayız. Nâbi de hemen bütün Divan şairleri gibi şiirlerini İslam ve tasavvuf inanışı çerçevesinde bir şiir dünyası kurmuş, bu dünya içerisinde yine diğer şairler gibi münacat, naat tarzında yazdığı şiirleriyle bir Müslüman şair olmanın bilinciyle hareket etmenin örneğini vermiştir. Bu tarz şiirleri arasında yazdığı bir Naat-ı Şerif ise gerek yazılış hikâyesi gerekse muhtevası ile edebiyatımızın hâlâ unutulmayan metinleri arasındadır.

Bu şiir, samimi peygamber sevgisinin anıt bir eseridir. Fakat, şiire geçmeden önce yazılış hikâyesinden bahsedelim: Anlatılanlara göre Nâbî, 1678 yılında devlet ricaliyle birlikte hac niyetiyle yola çıkar. Peygamber sevdalısı bir şair için Medine’ye gitmek, Hz. Peygamber’in kabr-i şeriflerini ziyaret etmek çok heyecan verici bir olaydır. Medine’ye yaklaştıkları sırada ise bu heyecan doruk noktasına ulaşır. Bu esnada bir gece istirahatında iken bir paşanın ayağını Medine tarafına uzattığını görür. Bu durum onu son derece üzer. O anda kalbine dolan ani bir ilhamla şu naatı okur:

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu

Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu

Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir

Bunun kandili Cevzâ matlâ-i nûr-i ziyâdır bu

Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette

Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil

Amâdan açtı muvcûdat çeşmin tûtiyâdır bu

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha

Metâf-i kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu

Paşa, Hz. Peygamber toprağındaki saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında şiire konu olan kişinin kendisi olduğunu anlamakta gecikmez. Hemen toparlanarak Nâbi’ye bu şiiri ne zaman yazdığını, başkalarına okuyup okumadığını sorar. Nâbi de “hayır, ilk defa şimdi söylüyorum ve sizden başka duyan da olmadı.” cevabını verir. Paşa, bunun üzerine bu durumun aralarında bir sır olarak kalmasını rica eder. Nâbi, bu ricaya bir sükûtla cevap verir ve konu şimdilik kapanmış gibi olur.

Biraz sonra kafile, yola devam için harekete geçer. Sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşırlar. Şehre girerlerken Mescid-i Nebi müezzinlerinin bir naat okuduğunu fark ederler. İşin ilginç yanı bu naat, Nâbi’nin az önce okuduğu naattır. Nâbi de Paşa da bu durum karşısında hayrette kalırlar.

Namaz bitip cemaat dağılırken Nâbi ile Paşa, heyecan içinde müezzinlerin yanına varıp okudukları naatın kimin olduğunu ve nerden öğrendiklerini sorarlar. Müezzin, konunun kendisi için bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemez. Fakat Nâbi, ısrar eder. Bu naatı az önce kendisinin söylediğini belirtir. Bu defa heyecanlanma sırası müezzinlere gelmiştir. “Senin ismin Nâbi mi? Diye sorar şaire...”Evet” cevabını alınca ellerine kapanır ve olayın açıklamasını yapar. Cevap şöyledir: “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu natı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.’”

Bu açıklama karşısında, Paşa’nın utancını, Nâbi’nin ise sevincini anlatmaya gerek yok sanırım. Zaten bu iki ruh halini tasvir de imkânsızdır. Paşa, utancını hangi kelimelerle dile getirmeye çalıştı bilinmez ama Nâbi’nin dudaklarından şu kelimeler dökülür: “Demek ki sevgili peygamberimiz bana “ümmetim” dedi. Demek ki iki cihan güneşi beni ümmetliğine kabul etti.”

Hadise bu kadardır. Bu olay, gerçekten vuku buldu mu, belgesi var mıdır gibi sorular doğrusu bu noktada hiçbir anlam taşımıyor. Olaya kalbi yaklaşmak gerekiyor. O da samimi sevginin kişiyi fizik ötesiyle iletişim kurabilecek bir noktaya getirecek zenginlikte olduğudur. Mesele burada Hz. Peygamber’e duyulan aşk meselesidir. Bu aşkın bir lütufla mukabele görmesidir. Bizim için de önemli olan bu aşkı, bu lütfu anlayabilmektir. Zira, nicedir hadiselere metafizik bakma sırrının uzağındayız. Pozitivist tortular, bizim de yüreğimizi bir şekilde kararttı. Her şeye sebep-sonuç, belge-bilgi açısından bakarak gerçeği görebileceğimizi sanıyoruz.

Burada şiirin açıklamasını da verelim ki Nabi’nin söyledikleri daha iyi anlaşılsın. Diyor ki şair; “Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın./ Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevza(ikizler burcu)nın nur ve ışık yanağı O’dur./Burası Sevgili Peygamberimiz’in istirahatgâhıdır. Fazilet açısından ise Cenab-ı Kibriya’nın arşının da üstündedir./Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı./ Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.”

Nâbi’nin bu hac seyahatinde kendisine “salih bir amel” olarak kazandığı bu naat, yazıldığı günden bu yana inanmış gönülleri aşk ve heyecanla coşturur, peygamber sevginsin, ona bağlılığının hangi boyutlarda olduğunu gösterirken, bir başka eserle daha taçlandırır bu kutlu seyahatini... O da bu hac ziyaretini nesir diliyle anlattığı ama yer yer şiirlerle de süslediği “Tuhfetü’l-Harameyn” isimli gezi kitabıdır. Bu kitapta anlatılanlar bu naatla birlikte okunduğunda Nabi’nin bu yolculuktan ne kadar ulvi duygularla döndüğü ve nasıl ruhsal bir arınmaya muhatap olduğu daha iyi görülecektir.

Şair Nâbi, sözünü ettiğimiz bu naatıyla hepimiz için nasıl imrenilecek bir noktada olduğunu gösteriyor bize. Ama onun bu sırrını anlamak istiyorsak işe aslında şairin müstear isminin manasından söz etmek gerekiyor. Bilindiği gibi şairimizin asıl adı Yusuf’tur. Nâbi, onun “hiçlik-yokluk” anlamına gelen mahlasıdır. Bilindiği üzere “Na” ve “Bi” kelimeleri Arapça ve Farsça’da “yok” anlamına gelmektedir. Nabi’nin ismiyle ilgili bu ayrıntı bize çok önemli bir hususu hatırlatıyor. Varlık kapısına ulaşmak ve lütufla muamele görmek için insanın önce “yokluk” elbisesini giymesi gerekiyor. Şair Nabi, kendine aldığı bu müstearıyla bize böyle bir ders de veriyor. Öyle ki insan böylesi bir gönle sahip birisi ise kendi ölümüne bile tarih düşürür. Onun “Nâbî be-huzûr âmed” sözünü de içine alan Farsça bir kıtasının içinde yer alan bu mısra da bilmeliyiz ki varlık kapısına yokluk elbisesiyle gitmesinin karşılığında muhatap olduğu peygamberi lütfun eseri olsa gerektir.

Sözü onun bir beytiyle tamamlayalım:

Gönül ne arzû-yı câh ider ne tâc u taht ister

Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister.

Diyor ki şair: “Gönül ne rütbe, ne tac ne de taht ister. O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister.”

Hayatı boyunca istikamet üzere olan bir şairin bu tutumunu sanırım bundan daha güzel ifade imkânı yoktur. Evet, ne “rütbe” ne “tac...” Allah’ın rızasına, sevgilisinin şefaatine nail olabilmek... Gaye budur. Bunun yolu da “yumuşak kalp”, “sebat eden bir ayak” sahibi olmaktan geçiyor.



FİL VAKASI (EBABİL KUŞLARI



FiL VAKASI (EBABİL KUŞLARI)

Kâbe'yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldıran kuşlar.
Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir. Kelime, Kur'ân-i Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir. Fil sûresinde olay söyle anlatilmaktadir: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yapti? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara çamurdan sertlesmiş taşlar atıyorlardı. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı." (el-Fil, 1I5/1-5).
Bu olay Hz. Peygamber'in doğduğu yıl olmuş ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil Vak'ası", geçtigi yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur. Olay kaynaklarda söyle zikredilmektedir:
Habeşistan Kralı Necâsi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettigi Ebrehe b. Sabbah el-Esrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı. Ancak tapınağa gelen olmadığı gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu öğrenen Ebrehe çok kızdı ve Kâbe'yi yıkacağına yemin etti. Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adli fili önde olduğu halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 57I veya 571 yılında altmış bin asker ve on yahut dokuz fille yola çıktı. (Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nsr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442).
Ebrehe yolda Yemen kralı Zû Neferi bozguna uğrattı, ardından Has'amlıları yendi ve bunların Nufeyl b. Nubeyb adındaki liderinin hayatını bağışlayarak kendisine Mekke'ye gidişte rehber yaptı. Taif'teyken Sakif'liler tanrılari Lât'ı korumak uğruna Ebrehe ile işbirliğine yanaşıp Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin desteğindeki muazzam ordusunun karşısında hiçbir ordu dayanamadı ve Kureyş'liler bu gelişe bakarak Kâbe'nin yıkılacağına kesin olarak inanmaya başladılar.
Abdülmuttalib’in Ebrehe ile Görüşmesi
Mekke yakınında Muğammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve çevredeki Mekke'lilere ait develeri yağmaladılar. Burada, Ebu Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardı. Ebrehe'nin elçisi Hinata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureys'lilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi bıraktıkları takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi (Ibnü'l-Esir, a.g.e., s.443).
Abdülmuttalib, "Biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orası Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına vardı. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince şöyle dedi: "Seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün. Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine düşünce gözümden düştün." Abdülmuttalib, "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.
Abdülmuttalib develerini alıp Kureyş'lilerin yanına döndü, onlara olup biteni anlattı ve hepsi, muhtemel bir katliama karşı Mekke'den ayrılıp dağlara çekildiler.
Fillerin Yere Çökmesi
Sabaha karşı Ebrehe, Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil, şehre yaklaşınca yere çöküverdi; kalkması için çok uğraştıkları halde kalkmadı. Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya çalıştıkları görüldü. Bu mucizeyi olayın sıhhati Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kusva adlı devesinin Mekke yakınlarında çökmesi olayında, Nebi (s.a.s.)'in söylediği sözlerle sabit olmuştur: Devesi çökünce Resulullah'in ashabı, "Deve çöktü" dediğinde, Resulullah; "Hayır, Kusva çökmedi, onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmuştur. Buhâri ve Müslim'de, Resulullah (s.a.s.)'in Mekke'nin fethi günü söyle dediği nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alıkoydu. Ama Resulunü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iade olmuştur. Dikkat edin, hazır olan olmayana bildirsin. "
Kuşların Ebrehe Ordusuna Saldırması
Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafından, daha önce o bölgede hiç görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri bir anda ortaya çıkarak Ebrehe ordusuna saldırdılar. Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar. Rehberleri Nufeyl kaçtı, askerler kuş saldırısında telef olup feci şekilde öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mucizeyi dağlardan seyrederken Allah'in iradesi karşısında hayret ve dehset içindeydiler. Ebrehe, bu saldırıda etleri parçalanmış, çürümüş halde Sana'ya dönerken, Hasm kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü ikiye yarılarak açıklı şekilde öldü (Kadi Beydâvî, Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri).
Kuşlar ve attıkları taşlar hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bu olay Resulullah'ın dünyaya geldiği yılda vuku bulduğundan, Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayılmıştır. Muhammed b. İshak ve İkrime o yıl çiçek hastalığının Mekke'de yaygınlaştığını söylemişlerdir. Muhammed Abduh (v. 19I5) bu rivayetlerden hareketle Kur'an'da geçen "Tayran Ebabile" ifadesiyle kastedilenin "sinekler" olduğunu ayaklarında salgın hastalık mikrobu taşıyan sinek sürülerini Allah'ın, Ebrehe ordusuna musallat kıldığını belirtmektedir. Yeryüzünün en ihtişamlı ordusu ve hayvanları (filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlılarla mikroplarla helâk etmiştir. Bu görüşü yukarıda zikrettiğimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b. İshak da kaydetmiştir.
Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh, Reşid Rıza, ve diğer bazı müfessirlerin, Allah'ın, olağanüstü, fevkalade, harikulade mucizesi ile bu Allah düşmanı orduyu helak edişini dile getirmeleridir. Tefsirlerde kuşların mahiyeti hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. İbn Abbas ile Dahhak, Ebabil'i "birbiri arkasından gelenler" diye yorumlamışlardır. Hasan-i Basri ile Katade, "çok" manasına; İbn Zeyd "çeşitli, sağdan soldan gelenler" manasına; Mücahid, "toplu halde arka arkaya gelen" manasına geldiğini söylemişlerdir. Kuşların, bölük bölük, karışık türde oldukları anlaşılmaktadır. Rivayetlerde kuşlar; kırlangıca, kekliğe, sıgırcığa, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .
"Siccil" kelimesi, taş ve çamur demektir. Yahut, çamurla sıvanmış taş anlamına gelir. "Asf" kelimesi, ağaç yaprağı anlamına gelir. Haşerelerin ağaç yaprağını yiyip ufalttıklarında yaprak yenik yenik hale gelir ki, surede anlatılmak istenen budur.
Surenin anlamı; Allah'ın, Kâbe'nin müdafaasini müşriklere bırakmadığını, saldırganları alışılmadık şekilde helak ettiğini bize anlatmaktadır.
Olayın Gerçekleştiği Yer
Fil olayı, Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassab vadisi arasında bulunan Muassib'da meydana gelmiştir. Müslim ile Ebû Davud, Cabir'den rivayetle onun söyle dediğini yazarlar: "Resulullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettiği zaman Muassib vadisin de hızlanmıştı." İmam Nevevı bunu söyle izah etmiştir: "Ashâb-i Fil olayı burada cereyan etmiştir. Onun için, sünnet olan, hacıların buradan hızla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul Kur'an Trc: Muhammed Han Kayanı ve diğerleri, İstanbul 1988, VII, 238)
İmam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama Muassib vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder.
Müşrik Kureyşlileri bu olay o kadar etkilemiştir ki, üçyüzaltmıştan fazla Kabe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmışlardır. Fil suresin de Allah, Ashâb-i Fil'in acı akibetinin fecaatine sadece ana hatlarıyla değinmiş ve müşriklere, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dâvetine karşı çıktıklarında, onların başlarına gelebilecek acıklı azabı hatırlatmıştır.
Kaynak: İslam tarihi


HZ.PEYGAMBER'E HAKARET'İN ARKA PLANI



HZ. PEYGAMBER’E HAKARET’İN ARKA PLANI
Fil Süresi
Sûrenin Meâli:
Rahmân ve Rahim olan Allah’ın adıyla
1-Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?
2-Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3-Onların üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi.
4-O kuşlar, onların üzerlerine pişmiş çamurdan taşlar atıyorlardı.
5-Böylece Allah, onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.
Son dönemde Peygamber Efedimiz (s.a.v.)’ e hem ülke içinden  hem de ülke dışından saldırılar devam ettiriliyor.
Bu saldırıların iki amacı var:
1-İslam dininin dünya üzerindeki gelişim sürecini engellemek için islami ve Müslümanları kötülemek. (İslamofobi oluşturmak)
2-Bazı islam ülkelerinde yapıldığı gibi ülkemizi’de karıştırmak ,bölmek ,parçalamak ve onları düşürdükleri durumlara düşürmek (Bunun için gezi olayları ile başlatılan süreç  devam ettiriliyor ve devam ettirilmesi kaçınılmaz).
onun için Müslümanlara düşen görev herşeye rağmen sağduyulu olmak ve oyuna gelmemektir. Fakat bu kutsal değerlerimize yapılacak saldırılara susmamızı da gerektirmiyor.
Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz(s.a.v) şöyle buyuruyor: “Bir kötülük gördüğünüz zaman, onu elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmezse, dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmezse,  kalbinizle buğzedin. Zaten bu da imanın en zayıf noktasıdır” buyurur. (Müslim, İman, 78)
Bu hadis-i şerifin yorumunda, eliyle iyiliği emretmek, devlet ve iktidarı ellerinde bulunduranların;  diliyle kötülükten alıkoymak, âlimlerin; kalbiyle  buğzetmek de halkın sorumluluğudur, denmiştir. Elhak bu yorum doğrudur. Zira devletin iyiliği emr, kötülükten nehy yolunda ortaya koyacağı irade ve  yaptırıma hiç kimse sahip olamaz. Yasaların bu noktada kesin bir belirleyiciliği vardır. Üstelik bu, “emr” kelimesinin literal anlamına  da tamı tamına  uygundur.
Gerçekten inanlar bilmelidir ki, inanmayanlar ne yaparsa yapsın, sonunda Allah’ın dediği olacaktır.  
Biz gerçek birer mümin olduktan sonra hadis-i şerif’te belirtilen neticelere ulaşırız. Ulaşamaz isek de Allah ‘’Fil Süresi’’ndeki  neticeleri bize gösterecektir inşallah.