10 Kasım 2013 Pazar

İBRETLİK BİR HİKAYE



İBRETLİK BİR HİKAYE
Çok bilinen ve anlatılan bir hikaye...
Ama anlam yüklü...
Günün birinde Gazneli Mahmud Han maiyetindekilerle birlikte ava çıkar. Av sırasına bir ceylanın peşine takılıp yolunu kaybeder ve maiyetindeki insanlardan ayrı düşer. Zar zor kendini çevrede bulunan bir köye atar. Çok az insanın yaşadığı köyde kendine yardım edecek birini ararken karşısına AYAZ çıkar. Avaz kim olduğunu bilmediği misafirini  buyur eder.Yorgun ve bitkin düşen SULTAN MAHMUT HAN "Biraz su!" der... AYAZ "Hiç merak etmeyin!" dese de su bir türlü gelmek bilmez. Bu arada SULTAN, AVAZ’a arka arkaya bir takım sorular sorar. AYAZ ise bu sorulara mümkün olduğu kadar zamandan da kazanarak ve uzun uzun cevaplar verir.

SULTAN suyun geciktiğini görünce "Yahu bu su nereden geliyor!" diye AYAZ’ a çıkışsa da AYAZ her defasında bahanelerle durumu geçiştirmeyi becerir.

Çok zeki ve akıllı olan AYAZ misafirinden izin isteyerek yanından ayrılır. Elinde bir tas su ile geri döner ve kendi eliyle doldurduğu suyu SULTAN’ a uzatır. Tam SULTAN suyu içerken de "TERLİYDİNİZ! ÜŞÜTÜP HASTA OLMAYIN DİYE SUYU SİZE GEÇ VERDİM " der. Bu cevaba şaşıran ve çok beğenen SULTAN, kendini AYAZ'a tanıtır ve sarayına almak istediğini söyler. Evde yalnız olan AYAZ, bu konuda babasına danışmasının daha doğru olacağını ve evde olmayan babasının gelmesini beklemeleri gerektiğini SULTAN’ a söyler. Birlikte beklerler, bir süre sonra da baba eve döner. SULTAN’ la tanışma faslından sonra oğul babadan istenir ve izin alınır. Bu arada SULTAN’ın maiyetindekiler de köye ulaşır, Hep birlikte saraya dönerler.   

Bir bardak su AYAZ'ı saraylı yapmış ve  hayatını değiştirmiştir. SULTAN, köyde bulduğu AYAZ'a  rüyasında bile göremeyeceği pahalı hediyeler, değerli kumaşlar ve bir de saray da görev verir. Çok zeki ve akıllı olan AYAZ’ da zaman içinde kendini gösterir, üçüncü, ikinci derken, BAŞVEZİR olur. Baş vezir olunca da SULTAN ona bir saray hediye eder. Bu kadar büyük başarı cezasız kalmazdı! Sarayda, AYAZ karşıtları hemen harekete geçer. Fakat onu iyi tanımadıkları için nereden vuracaklarını bilmezler!

İçlerinden biri "Her akşam kendi yaptırdığı kulübeye gidiyor! Kesinlikle hazineden aldığı Altınları,elmasları oraya gömüyor! Yoksa SULTAN'ın ona verdiği saraya gitmeden oraya uğramasının başka bir manası olamaz!" der.

Böylesine parlak bir fikir hemen hayat bulur. AYAZ karşıtları gidip olan biteni SULTAN'a anlatır.Elini çenesine dayayarak bir süre düşünen SULTAN "BENİM DEĞER VERDİĞİM, ÖZEL SOHBET ETTİĞİM,DEVLETİN HAZİNESİNİN ANAHTARLARINI SUNDUĞUM KİŞİ BUNLARI YAPIYORSA, KIRIN O KULÜBENİN KAPISINI VE İÇERİSİNDEN ÇIKAN HER ŞEYİ ARANIZDA PAYLAŞIN!" emrini verir.

AYAZ karşıtı meraklı grup gecenin olmasıyla birlikte kapısında kocaman bir kilit bulunan kulübenin önüne gelir, içerisi boştur.Çok zor olsa da kilit büyük uğraş sonucu kırılır. İçeri girilir, ama ortada gözle görülür bir şey yoktur.Kazma kürek getirip bütün çevre kazılır.
Vurulan her kazma umutları yavaş yavaş tüketir. Çünkü ortada ne bir tek elmas ne de bir altın vardır.

Büyük hayal kırıklığı yaşayan karşıtlar saraya dönerek SULTAN'ın huzuruna çıkar! "Hata etmişiz! Ortada ne elmas ne de altın var! Bizi affedin" ricasında bulunur.

Gülümsediğini etrafına belli etmeyen SULTAN, AYAZ’ı çağırtıp olanları anlatır!
Çok şaşıran AYAZ "Yanlış anlamışlar" der!
Bunun üzerine SULTAN "BUNLARIN CEZASINI SEN VER!" diye teklifte bulunur!
Mahcup ve akıllı vezir, "SİZ VARKEN BUNA BEN KARAR VEREMEM!" der!
SULTAN son sözünü söylemeden "SAHİ YAHU SEN HER GECE O KULÜBEYE NEDEN GİDİYORSUN Kİ?" diye AYAZ’a sorar...
AYAZ, kendisini çekemeyen karşıtlarına da ders olacak şu cevabı verir: " BEN ASLIMI UNUTMAMAK İÇİN O KULÜBEYE HER GECE UĞRARIM. ORADA SİZİN BENİ BULDUĞUNUZ KÖYÜMDEN GETİRDİĞİM BİR ÇARIK İLE BİR KOYUN POSTUNU DUVARA ASTIM. ANAMI,BABAMI,ASLIMI UNUTMUYORUM! BU DA BENİM SINAVIM!.."

Gözleri dolan SULTAN " NE CEZA VERELİM?" gibi bir bakış atınca, akıllı vezir "ÖZÜR BAZEN HER ŞEYDİR!" diyerek kendisini düşman bilenlere ikinci dersi verir!

Geçmişten gelen AYAZ ile SULTAN'ın hikayeleri ünlüdür!
Bu hikayelerden gün de yarın da çıkarılacak dersler vardır!
ASLINI UNUTMAMAK bunların başında gelir!
SİZ, SİZ OLUN, ASLINIZI UNUTMAYIN!


18 Ekim 2013 Cuma

FATİH SULTAN MEHMED




Bu seferki yazımızda sizlere İstanbulun Fatihi Sultan Mehmed Han`ın yeniliklerini ve fetihlerinden bahsedeceğiz.Sultan Mehmed 30 mart 1432`de edirnede dünyaya geldi babası Sultan II.Murad annesi Hüma Hatundur.
Yenilikleri
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçe’den başka Arapça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. “Avni” takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa’yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu’nun İstanbul’a kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479′da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı.
Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500′den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.
Eğitim ve Kültür: Fatih Sultan Mehmed’in tarihteki en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur. Sahn-i Seman İstanbul’un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Semân medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân’ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu’dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hattâ bunun “Kânûnnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, ama bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Bu kanunnamenin aslının 1918 yılında külliyede çıkan yangınla yok olması da olasıdır. Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye medresleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer’î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur.Tüm bunların yanısıra Fatih Sultan Mehmet şair yönüyle de tanınmıştır.
Fetihleri
II. Murad, Balkanlar’da ve Anadolu’da çeşitli sorunların yaşandığı bir ortamda Mehmed’i Edirne’ye çağırdı ve tahtı ona bıraktı. Ağustos 1444’te, 12 yaşında deneyimsiz bir çocuğun padişah olması, Osmanlılarla çatışma halinde olan devletleri umutlandırdı. Bir Haçlı ordusu Tuna Irmağı’nı aşıp Varna’yı kuşattı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa Anadolu’da bulunan II. Murad’ı Edirne’ye çağırdı. II. Murad, 10 Kasım 1444′te Varna Savaşı’nda Haçlı ordusunu bozguna uğrattı. Savaştan sonra da II. Mehmed’i tahtta bırakarak Manisa’ya çekildi. Ancak II. Mehmed’in padişahlığı Türk soylu Çandarlı Halil Paşa ile yeni padişahı destekleyen devşirme kökenli Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa arasında şiddetli bir güç çekişmesine yol açmıştı. II. Murad’ın tahta dönmesini isteyen Çandarlı Halil Paşa, el altından bir yeniçeri ayaklanmasını destekledi ve II. Mehmed’i tahttan çekilmek zorunda bıraktı.
II. Murad Edirne’ye dönerek Mayıs 1446’da yeniden tahta geçti. Mehmed sancakbeyi olarak Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa’yla birlikte Manisa’ya döndü. Bu dönemde Mehmed, 1448 ve 1450′deki Arnavutluk seferlerine katıldı. Babası ölünce de 18 Şubat 1451’de Edirne’de ikinci kez tahta çıktı.Fatih Sultan Mehmet, Varna Savaşı’ndan önce Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın tahta davetini reddeden babasına “Eğer padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem emrediyorum ordunun başına geç” sözü ile, henüz çocuk yaşta iken, düşündürücü ve zeka dolu bir paradoks sunmuştur.
İstanbul’un Fethi
II.Mehmed, tahta çıktıktan sonra Çandarlı Halil Paşa’nın sadrazamlığına dokunmadı. Onun genç yaşta padişah olmasından dolayı yeniden umutlanan Karamanoğulları, hemen harekete geçerek Seydişehir ve Akşehir’i ele geçirdiler. Bizans da papaya başvurarak yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini istedi ama olumlu yanıt alamadı.
İstanbul’un Fethi’nin Nedenleri
Bizans’ın, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki ilerlemesine ve büyümesine engel olması.Bizans’ın Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtarak Anadolu’daki Türk birliğini bozmaya çalışması.Bizans’ın Osmanlı şehzadelerini kışkırtarak Osmanlı Devleti’nde taht kavgalarına neden olması.Bizans’ın, Avrupa-Hristiyan dünyasını kışkırtıp Haçlı Seferleri’ne zemin hazırlaması.Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki bağlantının sağlanabilmesi için İstanbul’un alınmasının gerekmesi. İpek Yolu’nun Avrupa’ya açılan koluna hakim olmak.Kara ve deniz ticareti bakımından İstanbul’un önemli bir konuma sahip olması.Boğazlar yolu ile ekonomik canlılığın mevcudiyeti.Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişin kolaylaştırılmak istenmesi<II. Mehmed’in, Hz. Muhammed’in; “İstanbul elbet fetholunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve ne güzeldir o askerler” hadisine layık olabilme düşüncesi
İstanbul’un Fethi İçin Osmanlı Devleti’nin Yaptığı Hazırlıklar
II. Mehmet, önce Macarlar ve Venedikliler ile bir barış antlaşması yaparak Balkanlar’da güven ve istikrarı sağladı.Karamanoğulları ile anlaşarak Anadolu’daki güvenliği sağladı.Bizans’a Karadeniz’den gelecek yardımları engelleyebilmek için, Anadolu Hisarı(Güzelce Hisar)’nın karşısına Rumeli Hisarı(Boğazkesen Hisarı)’nı yaptırdı.İstanbul’un güçlü surlarında gedikler açabilmek için, Bizans’ın hapisanesinden Macar Usta Urban kaçırıldı ve Edirne’de ona, o zamana kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürtüldü.İstanbul surlarına rahat asker çıkarabilmek için tekerlekli kuleler yapıldı.Kuşatmaya yardım için bir donanma hazırlandı.
İstanbul’un Fethi İçin Bizans’ın Yaptığı Hazırlıklar
Kale surlarını güçlendirdiler.Osmanlı Donanması’nın Haliç’e girmesine engel olmak için, Haliç’in ağzını zincirle kapattılar.Bizanslılar, suda yanabilen barut, neft yağı ve kükürt ile yapılan Rum Ateşi(Gregois) adlı silahı yaptılar.Osmanlı Devleti’nin kuşatmaya hazırlandıklarını anlayınca depolarını yiyecek, silah, mühimmat vBulletin. şeylerle doldurdu.
Büyük Kuşatma
23 Mart 1453′te Edirne’den hareket etti ve 6 Nisan 1453’te İstanbul’u kuşattı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. II. Mehmet, Çandarlı Halil Paşa’nın İstanbul’un fethine karşı bir tutum sergilemesi üzerine, son saldırı hazırlıklarını yapması için Zağanos Paşa’yı görevlendirdi. Bizans’a yardımın gelmesini önlemek için de Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı’nı ablukaya aldı. Hiçbir yerden destek alamayan Bizans’ın başkenti 29 Mayıs 1453 günü düştü. Bin yıllık Bizans İmparatorluğu’na son veren II. Mehmet, bu olaydan sonra “Fatih” (ülke açan, ülke alan) ünvanını aldı.İstanbul kuşatma altındayken Bizans’a yardıma gelen gemilerle yapılan deniz savaşı sırasında kendini tutamayan II.Mehmet’in atını düşman gemisine doğru sulara sürmesinin tasviri
Fatih, bir tören alayının başında şehre girdi. İlk iş olarak Ayasofya’ya giderek burayı camiye dönüştürdü. İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yaptı. Kentin ticaret merkezi olan Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin dönmesini sağladı. Rum Patrikliği’nin yeniden açılmasına izin verdi; ayrıca bir Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni patrikhanesi kurdurdu. II. Mehmet İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı.

İstanbul’un Fethi’nin Türk Tarihi Açısından Sonuçları
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi bitti, Yükseliş Dönemi başladı.İstanbul’un Fethi ile Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki Bizans’ın yarattığı tehlike ortadan kalktı.İstanbul’un Fethi ile Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan ticaret yolları ele geçirildi.İpek Yolu’nun Avrupa’ya giden kolu ele geçirildi.İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkenti yapıldı ve II. Mehmed ülke alan, ülke açan anlamına gelen ‘Fatih’ ünvanını aldı.Osmanlı Devleti’nin İslâm Dünyası’ndaki saygınlığı arttı. Fener Rum Patrikhanesi Osmanlı himayesine girdi.
İstanbul’un Fethi’nin Dünya Tarihi Açısından Sonuçları
1. İstanbul’un Fethi ile Orta Çağ kapanıp, Yeni Çağ açıldı.
2. İstanbul’un Fethi sırasında kullanılan büyük topların, en güçlü surları bile yıkabileceği görüldü. Bu denli güçlü topların yapılması, Avrupa’daki ‘derebeylik’lerin yıkılmasına ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesine neden oldu.
3. İstanbul’un Fethi ile İpek Yolu’nun Orta Asya’dan Avrupa’ya giden kolunun Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi, Avrupalılar’ı yeni ticaret yolları arayışına yöneltti. Bu olay ‘Coğrafi Keşifler’in nedenlerinden birini oluşturdu.
4. İstanbul’un Fethinden sonra İtalya’ya giden bilim adamları, orada eski Yunan ve Roma eserlerini inceleyerek, ‘Rönesans’ın başlamasına katkıda bulundular.
Yeni Fetihler
Fatih, İstanbul’un fethi sırasında, Bizans yanlısı tutum içinde olduğu gerekçesiyle Çandarlı Halil Paşa’yı Temmuz 1453’te idam ettirdi. Kısa bir süre sonra yeni fetihlere girişti. 1454 ve 1455′te düzenlediği iki seferle Güney Sırbistan’ı, Ege Denizi’ndeki bazı önemli adaları Osmanlı topraklarına kattı. 1459′da Sırbistan Krallığı’nın ortadan kaldırdı. Bizans’ın son toprakları olan Mora’yı da 1460′ta ele geçirdi. Aynı yıl Anadolu seferine çıkan Fatih Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra’yı, Candaroğulları’nın elindeki Sinop’u aldı. 1461′de Pontus Devleti’nin (Trabzon İmparatorluğu) başkenti Trabzon’u ele geçirdi ve bu devletin varlığına son verdi. 1462′de yeniden Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti’ne bağladı ve 1463′te Bosna’yı tamamen ele geçirdi. Aynı yıl Ege Denizi’ndeki Midilli Adası’nı alınca Venediklilerle arası açıldı. Bu olay, 1479′a kadar sürecek olan savaşın da başlangıcı oldu.Fatih’in Ege’de ki feth ettiği adalar;Taşoz,Eğriboz,Limni,Semadirek,İmroz,Midilli ve Bozcaada’dır Fatih 1465′te Hersek’in büyük bölümünü, 1466′da da Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti.
Osmanlı Devleti’nin gelişen bu gücü karşısında Karamanoğulları, Mısır’daki Memlûklar ile Doğu Anadolu’daki Akkoyunlularla ittifak kurdu. Fatih, 1466′da yeni bir Anadolu seferine çıktı. Karamanoğullarının başkenti Konya’yı ele geçirdi. Ama İstanbul’a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar. Osmanlı Veziri Gedik Ahmed Paşa 1471′de Karamanoğullarını bir kez daha yenilgiye uğrattı. Ne var ki Akkoyunlular, Karamanoğullarını desteklemeye devam ettiler. Bunun üzerine Fatih Akkoyunlularla hesaplaşmaya karar verdi. 11 Ağustos 1473′te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl da Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdı.Fatih Sultan Mehmed 1477′de Kırım Hanlığı’nı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına aldı. 1478′de Arnavutluk seferinde yeni yerler ele geçirdi. 1479′da bir antlaşma yaparak Venedik’le 16 yıllık savaşa sona verdi. Venedik Arnavutluk’taki kaleleri Osmanlılara bıraktı, karşılığında Mora’daki bazı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti. Fatih Venedik’le anlaşmaya varınca, İtalya’nın öteki önemli kent devletlerine savaş açtı. 1480′de İtalya’nın güneyindeki Otranto limanını ele geçirdi. Otranto, Roma’ya giden yolda bir köGoogle Page Rankingübaşı olduğu için bu olay Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze’deki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı.Fatih Camiinde ki Türbesinde tek başına yatmaktadır
Büyük sultana islam ve ülkesi için yaptıklarından dolayı dualarımız hem ona ve hemde islam için savaşanlaradır Rahmetle Anıyoruz.

8 Eylül 2013 Pazar

HACI BEKTAŞ VELİ'NİN VECİZELERİ

HACI BEKTAŞ VELİ'NİN VECİZELERİ

Abdal, Hak’ka hayran olandır.
Adâlet her işte, Hak’kı bilmektir.
Âdem suretinde olan herkes, Âdem değildir.
Âdem’in Âdemliği; akıl, hayâ ve ilim iledir.
Âlimlere ve kendini bilenlere, alçak gönüllülük yaraşır.
Allah ile gönül arasında perde yoktur.
Ara, bul.
Araştırma, açık bir sınavdır.
Ârifler hem arıdır, hem arıtıcı.
Âriflerin içinde, murdar nesne (kötülük) eğlenmez.
Aşk meydanı, erenlerin ve bilenlerindir.
Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır.
Bir olalım, iri olalım, diri olalım.,
Bizi sevenlerin gönüllerinde biz oturur, dillerinde de biz konuşuruz.
Bizim erkânımız; ahlâkı Muhammed’i ve edebi Ali’dir.
Cahiller ve hak tanımazlara, sükût ile karşılık veriniz.
Cennet için ibâdet geçersizdir.
Çalışan insan kötülük düşünmez.
Çalışmadan geçinenler, bizden değildir.
Dâimâ iyiyi, güzeli, doğruyu öğrenebilmek için okuyunuz, okutunuz.
Devletli odur ki; cehli sile, gafletten uyanıp kendini bile.
Dil mızraktan, daha derin yaralar.
Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir.
Dînine dizlerinle değil, kalbinle bağlan.
Doğruluk dost kapısıdır.
Düşmanınızın bile, insan olduğunu unutmayınız.
Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
Düşünce, davranış ve sevgiyi, Allah lezzeti olarak tadın.
Edeb elbisesini, sırtınızdan ölünceye kadar çıkartmayınız.
Elden gelen her iyiliği, herkese yapınız.
Eline, diline, beline sahip ol.
En büyük kerâmet çalışmaktır.
En yüce servet, ilimdir.
Hak’ka erişebilmek için, büyüklere ve doğrulara yaklaşın.
Hakikatın ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir.
Hamı pişiremezsen bari, pişmişi ham etme.
Her ne arar isen, kendinde ara.
Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız.
Hükümdar (idareci), ancak adâleti ile başarılı olur.
İbâdetin yeri başkadır, işin yeri başkadır.
İçi murdar kimseyi ne kadar dıştan yıkarsan arınmaz.
İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
İlmi ve bilgiyi yüce tutan kimse hiçbir zaman küçülmez, alçalmaz.
Îmanın kemâli, âhlak güzelliğidir.
İncinsen de, incitme. İnsan dilinin arkasında gizlidir.
İnsanın kemâli, ahlâk güzelliğidir.
İnsanın olgunluğu, davranışlarının doğruluğundadır.
İslâmın temeli güzel ahlâk; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır.
Kadınlarınızı okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez.
Kanâatkâr olanlar, en büyük zenginliğe sahiptir.
Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen, önce kendisi iyi olmalıdır.
Kendini tanımayan, Yaratan’ı da bilemez.
Kibrin aslı şeytan, tevazûnun aslı Rahmân’dır.
Kimsenin ayıbını arama, kendi ayıbını görür ol.
Mevki hırsı, koğu, gıybet, edebsizlik, hıyânet Hak’kı inkâr eder.
Murada ermek, sabır iledir.
Mürüvvet hoş görme ve affetmektir.
Nebîler, Velîler, insanlığa Tanrı’nın hediyesidir.
Nefsine ağır geleni, kimseye tatbik etme.
Oturduğun yeri pâk et, kazandığın lokmayı hak et.
Özünde ve sözünde temiz olmayanların, îmanı tam değildir.
Sevgi ve acıma, insanlık; hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır.
Yolumuz; ilim, irfân ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur.

ALINTI

28 Haziran 2013 Cuma

PEYGAMBER EFENDİMİZİN (S.A.V.) VEDA HUTBESİ


Efendimizin vefatından evvelki son hac ziyareti sırasında
Bismillahirrahmanirrahim
"Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
"İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz ( Mekke ) nasıl bir mübarek şehir ise canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.
"Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’ da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
"Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faizde Abdülmuttalib`in oğlu (amcam) Abbas`in faizidir. Lakin ana paranız size aittir. Ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.
"Ashabım! "Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib`in torunu İlyas Bin Rabia'nın kan davasıdır.
"Ey insanlar! "Muhakkak ki Şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir. Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.
"Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'in emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'in emri ile helal kildiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakki vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
"Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç saşirmazsınız. O emanetler Allah'in kitabi Kur' an-i Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.
"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz . Müslüman Müslüman`in kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malini gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
"Ey insanlar! " Cenabi-i Hak her hak sahibine hakkini vermiştir. Her insanin mirastan hissesi ayrılmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allah'in meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tövbelerini nede adalet ve şahadetlerini kabul eder .
"Ey insanlar! " Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Adem`in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'in kitabi ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. "Dikkat ediniz! Su dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

•Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
•Allah'in haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.
•Hırsızlık yapmayacaksınız.
•İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir.
"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden söyle dediler; "Allah’in elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz". Bunun üzerine Resul' i Ekrem Efendimiz sahadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu;
"Şahid ol Yarab ! Şahid ol Yarab! Şahid ol Yarab!"

15 Haziran 2013 Cumartesi

BİR ÇAĞRIM VAR

İki haftayı aşan bir süreden beri başta İstanbul olmak üzere ülkemizin değişik şehirlerinde haklı veya haksız hangi gerekçe ile olursa olsun birçok faaliyet gerçekleştirildi. Bu faaliyetler sonucunda olumsuz olduğu gibi olumlu anlamlarda bir takım neticeler ortaya çıkmıştır. Ülkemiz yönetiminde en üst kademde görev yapanlar dahil olmak üzere yapılanlara hemen hemen herkes müdahil olmuştur. Faaliyette bulunanları anlamaya çalışmışlar, onlarla ve temsilcileri ile görüşmüşlerdir.  Bu görüşmeler sonucunda, daha önce yüksek olan tansiyon oldukça düşmüş, görüşmeler de taleplerin karşılanması hususunda adımlar atılmış ve atılmaya da devam edileceği beyan edilmiştir.
                Artık faaliyetlerini sürdürenlere bir görev düşmektedir. Bütün yapılanları tadında bırakmak… İyi de olsa kötü de olsa yaşananlar yaşanmıştır. Yaşananlarla ilgili yapılması gerekenler vardır. Onları gözlemlemek, takip etmek görevi de bütün ülkemiz halkına ve özellikle de faaliyetlere katılanlara düşmektedir.
                Eğer faaliyetlerini sürdürenler, bu faaliyetlere devam edecek olursa, ülkemizin ödeyeceği fatura daha da büyük olacaktır. Tabii ki faaliyetlerini sürdürenlerin ödeyeceği fatura da o nispetle artacaktır.
                Vazgeçmek olayların üstünü kapatmak değildir. Başka  platformlarda ve meşru yollarla da yapılması gerekenler yapılabilir. Bu yollar çok ve değişiktir.
                Birkaç öneri;
                1-Hukuk içinde kalmak kaydı ile başka yerlerde (açık ve kapalı alanlarda) her türlü toplantı ve gösteri yapılabilir,
                2-Sosyal medya araçları her zaman ve her ortamda kullanılarak talepler canlı tutulabilir.
                3-Bir hukuk devleti olduğunu düşündüğüm ülkemizde, bireysel ve kurumsal tüm taraflar bütün hukuki yolları kullanılabilir,
                4-İç hukuk yollarının yeterli olmadığı durumlar da  zaman  zaman kullanılan uluslararası hukuki yollar dahi kullanılabilir,
                5- Beğensek te, beğenmesek te bu ülkenin yasama ve yürütme organları nezdinde her türlü bireysel ve kurumsal girişimlere başvurulabilir.
                6-Ülkemizdeki her ne amaçla olursa olsun faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşları ile birlikte hareket edilerek, istenilen meşru sonuçların alınması yoluna gidilebilir.
                7-uluslararası alanda faaliyet gösteren fakat art niyet taşımayan sivil toplum kuruluşları da bu konuda birer baskı unsuru olarak kullanılabilir.
                8-Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan seçimlere kadar sabredilebilir. 
Şimdi de, faaliyetlerin sürmesi durumunda, ortaya çıkacak sonuçlara biraz değinelim;
1-      Kamu düzeni bozulmaya ve devletin otoritesi sarsılmaya devam edecek,
2-      Otoriteyi kurmak isteyecek olan devlet, faaliyet gösterenler üzerinde baskıyı artıracak,
3-      Artarak devam edecek, vurmalar, kırmalar sunucunda mala ve cana zararlar gelecek, Allah saklasın ölümler olacak.
4-      Ülkemizin dış itibarı daha da aşağı düşecek. İç ve dış düşmanlar bütün bunları daha öce olduğu gibi daha da abartarak aleyhimizde kullanacak,
5-      Ülkemizin ekonomisi başta turizm sektörü olmak üzere olumsuz etkilenecek,
6-      Ekonomik veriler ve her geçen gün kötüleşecek, başta işsizlik ve hayat pahalılığı artarak devam edecek ve geçmişe (1980’ler öncesi) döneceğiz.
7-      Geleceğimiz olan çocuklarınızın önüne kaldırmamız gereken engeller varken, yeni engeller koyacağız.

Bütün bu yazdıklarıma daha çok  ve değişik fikirler ekleyebilirim, sizler de ekleyebilirsiniz, bu çokta önemli değil, önemli olan tek şey; bu faaliyetlerin artık sona erdirilmesi gerçeğidir.
Bu ülkeyi seven, kendini ve bu halkı seven, kendi geleceğini, ülkesinin ve halkının geleceğini düşünen ve insan olana düşen bu dur.

Sağ duyusu olanlara  duyurulur.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

RESULULLAH ÇANAKKALE'DE

      Allah'ın (cc) yardımının ayan beyan ortada olduğu Çanakkale savaşının bir kutlu yönü daha vardı ki, o da Peygamber Efendimizin (sav) bizzat Çanakkale'de, Şüheda  dedelerimizle birlikte  olmasıdır. Bazı mantık sahipleri, 14 asır önce vefat etmiş bir insanın o anda Çanakkale'de olabileceğine ihtimal vermiyor olabilir. Fakat inanan insanlar, şehitlerin dahi ölmedikleri ve bizim bilemediğimiz bir şekilde hala diri olduklarını söyleyen Rabbimizin bu  manada ki ayetinden yola çıkarak, şehitler hala diri ise bir peygamber nasıl diri olamaz mantığını çıkarırlar. Bizim bilemediğimiz, anlayamadığımız bir durum vardır elbette. Bunu zaten bizi yaratan Rabbimiz söylüyor bize ;

   Allah yolunda öldürülenlere, "ölüler" demeyiniz ; hayır, onlar diridirler, ama siz farkında olmazsınız. (Bakara: 154)

     Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; hayır, (onlar) diridirler, Rableri katında Rızıklanmaktadırlar.  (Al-i İmrân: 169)

   Bunun üzerine  hala elle tutulur delil arayanlar için ise,Peygamber Efendimizin (sav)de Çanakkale'de kardeşlerimin yanındayım sözlerine   şahit olunan tarihe mal olmuş bir hadiseyi sizlere aktaracağız. Bununla birlikte aynı zaman diliminde yaşamış, Pakistan'ın ünlü şairi Muhammed İKBAL'in  gördüğü bir rüya üzerine Pakistanın en büyük meydanlarından birinde, Lahor kentinde gerçekleşen mitingi ve ibretlik bir olayı anlatacağız. Daha sonrada milli şairimiz Mehmet Akif ERSOY'un meşhur Çanakkale şiirinin içinde yer alan iki mısraya konu olduğunu düşündüğümüz ;

        EY ŞEHİT OĞLU ŞEHİT İSTEME BENDEN MAKBER
        SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER

     Kaymakam (Yarbay) Hasan Bey'in şehadet anını, yani  Niye Zahmet Buyurdunuz Ya Resulullah diyerek onlarca şahit önünde o yüce makama yükselişini ibretle takip edeceğiz. Bütün bunlardan sonra  bakalım sizler nasıl düşüneceksiniz.

        ÇANAKKALE'DE KARDEŞLERİMİN YANINDAYIM

        Yıl 1928 artık İstiklal Harbi'de bitmiş ve hac kafileleri kutsal topraklara hac vazifelerini yerine getirmek üzere yollara koyulmuşlardı. Bu kafilelerden birinde de İstanbul merkez vaizliği görevini yürüten Alasonyalı Cemal ÖĞÜT hocaefendi de bulunuyordu. İşte bakın şimdi bu bahsi geçen olayı onun ağzından dinleyelim. ‘ Mekke'de vazifelerimizi tamamladıktan sonra Medine'ye doğru yola çıkmıştık. Uzun bir yolculuktan sonra Medine-i Münevvere'de Türk hacılar sizlermisiniz diyerek karşılayan bir zat oldu. Evet cevabını verdiğimiz bu zat bize çok yakın ilgi gösteriyor, uzaklardan gelmiş bir yakını gibi rağbet ediyordu. Bir müddet sonra ona kim olduğunu ve bize niçin böyle ilgi gösterdiğini sordum. Anlatayım size dedi. Ben Peygamber Efendimizin (sav) türbedarıyım. 1915 yılında siz Çanakkale harbini yaparken buralara gelen hacıların içinde bulunan Hintli bir alim burada ki vaazlarında olsun, diğer zamanlarda olsun gözünden hiç yaş eksik olmaz, türbenin de kapısına kadar gelir ağlar ağlar giderdi. Bir müddet sonra dayanadım ve kendisine sordum. Niçin devamlı ağlıyorsunuz ve niçin kabrinin başına kadar geldiğiniz halde, Peygamber Efendimize (sav) bir selam vermiyorsunuz? Bana soran sen olmasaydın asla söylemezdim der gibi bir müddet baktıktan sonra şöyle dedi. Ben Peygamber Efendimizin (sav) kokusunu Hindistan'da iken bile duyardım. Lakin buralara kadar gelmeme rağmem şu ana kadar böyle bir hissiyatım olmadı. Düşünüyorum da acaba ben bir günah mı işledim. Yoksa O (sav) burada yok mu? İşte bu sorunun cevabını bulamadığım için ağlıyorum. O anda bir anlam verememiştim bu söylediklerine. Fakat aynı akşam rüyama Peygamber Efendimiz (sav) geldi ve bana ; O Hintli kardeşime söyle, herhangi bir günahından ötürü değil, onun da tahmin ettiği gibi ben şu anda burada değilim.’ ŞU ANDA BEN ÇANAKKALE'DE KARDEŞLERİMLE BİRLİKTEYİM’. Sabah, Hintli alime bunu söylediğimde büyük bir rahatlama hissetmiş olacak ki onu bir daha ağlarken görmedim. İşte bu yüzden Peygamberimizin (sav)  Kardeşlerim dediği siz Türklerin buralara gelişini uzun yıllar bekledim. Türklerin geldiğini duyduğum an o rüya aklıma gelir ve sizlerle kucaklaşmak için yanınıza gelirim. ‘

    İstanbul merkez vaizliği de yapan Alasonyalı Cemal ÖĞÜT hocaefendi, bu olayı yıllarca kürsüden vaazlarında anlatmış, dinleyenleri de hüngür hüngür ağlatmıştır.

       MUHAMMED İKBAL'İN RÜYASI

    Çanakkale'de savaşın en kızgın anlarının yaşandığı sıralarda, Pakistan'ın Lahor kentinde, en büyük  alanlardan birinde , halkın büyük bir teveccüh gösterdiği muhteşem bir miting düzenlenir. Mitingin amacı Çanakkale 'de çarpışan Türklere yardım ve gönüllü toplamaktır.  Halkın büyük çoğunluğunun fakir olmasına rağmen,  meydanlara serilen yardım sergilerine, kulaklarında ki küpelerini, parmaklarında ki alyansları, evdeki eşyalarını satarak elde ettikleri paraları  atarlar kadim dostlarımız. Muhammed İKBAL çıkar kürsüye ve birkaç gün önce gördüğü rüyayı anlatır mahçubiyet içerisinde. Daha sonra da o gün tarihe mal olacak o meşhur şiirini okur halka hitaben ;

       DEDİ HZ. MUHAMMED (SAV)
       CİHAN BAHÇESİNDEN BANA BİR KOKU GİBİ YAKLAŞTIN
       SÖYLE BANA NE GİBİ BİR HEDİYE GETİRDİN ?
       DEDİM: YA MUHAMMED (SAV) DÜNYADA YOK RAHATLIK
       BÜTÜM ÖZLEMLERİMDEN UMUDU KESTİM ARTIK
       VARLIK BAHÇESİNDE BİNLERCE GÜL LALE VAR
       AMA NE RENK NE KOKU... HEPSİDE VEFASIZDIR
       YALNIZ BİR ŞEY GETİRDİM KUTLANMIŞTIR TEKBİRLERLE
       BİR ŞİŞE KAN Kİ EŞİ YOKTUR NAMUSUDUR, VİCDANIDIR
       BUYURUN, BU ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN KANIDIR.

   İKBAL ile birlikte meydanda ki herkes hüngür hüngür ağlamaktadır. Gönderilen maddi yardımların yanında bir de içten dualar ederler Çanakkale'de ki kardeşlerine. İçlerinden bazıları son kuruşlarını da verdikleri yetmezmiş gibi cephede savaşmak üzere gönüllü yazılırlar. Bütün bunların hepsi  bir yana sessizce gerçekleşen bir olay daha yaşanır o gün. Yürekleri parçalayan, işte inanç bu, kardeşlik bu dedirten olay şöyledir ;

      Meydanda ki  bu muhteşem mitinge kucağında ki yeni doğmuş bebeği ile iştirak eden bir anne, yeni dul kalmış ve verecek bir şeyide olmadığından eziklik içerisinde kıvranmaktadır. Fakat birden hızlı ve emin adımlarla uzaklaşır oradan. Nihayetinde zengin bir efendinin konağının önünde durur.  Kapıyı çalar ve efendi ile görüşmek istediğini söyler hizmetkarlara. Dilenci olduğunu düşünerek almak istemezler bu kadını. Fakat ısrar eder kadın ve çıkarırlar zengin efendinin karşısına. Efendi sorar ne istiyorsun diye. Cevap verir kadın ; Bebeğimi sana satmak istiyorum. O devir de hizmetçi olabilecek küçük yaşta çocuklar satılmaktadır. Fakat bu yeni doğmuş bir bebektir. Hangi anne, canından çok sevdiği yavrusunu ve hangi sebeple satmak istemektedir. Zengin efendi sorar ama cevap alamaz kadından. Merak eden efendi çocuğu alır. Parayı verir kadına ve takip etmelerini emreder hizmetkarlarına. Lahor'da ki miting meydanına  kadar takip ederler kadını. Çocuğunu satarak elde ettiği parayı kuruşuna kadar meydanda ki sergiye bırakır kadın. Hizmetkarlar efendiye anlatırlar olayı. Şaşkınlık içerisinde kalan efendi,  bulup getirin o kadını der. Bulur, huzuruna getirirler kadını. Efendi ; Sen söylemedin ama ben seni takip ettirdim ve paranı Çanakkale'ye gönderilmek üzere bağışladığını öğrendim. Bunu niçin yaptığını  bana anlatmak zorundasın der. Kadın, efendiye  dönerek, işte İslam Kadını bu dedirtecek ve oradakileri  yüreğinden vuracak sözleri söyler ;

     ŞİMDİ SEN DİYORSUN Kİ ; ÇANAKKALE’YE GÖNDERİLECEK BİR SİLAH İÇİN KOKLAMAYA DOYAMADIĞIN YAVRUNU NİYE SATTIN ÖYLEMİ? OSMANLI ZAYIF DÜŞTÜĞÜNDEN BERİDİR, YANIBAŞIMIZA KADAR GELEN İNGİLİZLERİN YAPTIĞI ZÜLÜMLER ORTDA. BU GÜN MUHAMMED İKBAL DEDİ Kİ; EĞER OSMALININ SON KALESİ OLAN ÇANAKKALE’DE GEÇİLİRSE,HİLAFET KALMAZ VE İYİ BİLİN Kİ SIRA SİZDEDİR.EĞER İNGİLİZ BURAYA GELİR,NAMUSUMUZA EL UZANIR,BAYRAK İNER,VATAN TOPRAĞI DÜŞMANIN PİS ÇİZMELERİ ALTINA ÇİĞNENİRSE, ÇOCUĞUM OLSA NE OLUR,OLMAZSA NE OLUR.İŞTE BU YÜZDEN HİÇ TERDDÜT ETMEDEN STTIM YAVRUMU. İNGİLİZLERE KÖLE OLACAĞINA SİZE HİZMETKAR OLSUN.

      Anadolu kadınından farklı düşünmeyen bu  Pakistanlı kadında böylece bize ve zengin efendiye güzel bir ders vermiş oldu. İsterseniz hikayeyi güzel bir şekilde bağlıyalım. Bu sözler üzerine duygulanan efendi, hizmetkarlarına derhal çocuğu kadına geri vermelerini emreder. Ardından yüklü bir miktar daha parayı miting meydanına gönderir.

        NİÇİN ZAHMET BUYURDUNUZ YA RESULULLAH

                11 Temmuz günü, harp değirmeni dönmeye başladı. İlk planda bizimkiler yenilir gibi oldular. Saflar dağılıyor, siperler el değiştiriyor, panik baş gösteriyordu. Fakat kahraman bazı mücahitler gür sedalarıyla bağırıp, düşmana doğru atılınca yeniden toparlandılar. Harbin akışı değişti.

         Fransızlar bu hengamede, oldukça ağır zayiat vermişlerdi. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey, mukabil taarruzda askerle beraber hucuma kalkmıştı. Geriye dönüyordu. Yaralıların acilen sargı yerine ulaştırılması konusunda görevlilere emirler veriyor ; şehitlerimizin topluca gömülmelerini teminen yardımcı oluyordu.

       Fransız ölüleri arasında bir kıpırdama, bir hareket gördü, oraya yöneldi. Yerde yatmakta olan bir Fransız neferinin üzerine eğildi. Omuzundan tutarak çevirdi. O anda Fransız ani bir hareketle elinde tuttuğu kasaturayı Yarbay Hasan Bey'in göğsüne sapladı.Alay komutanı gafil avlanmıştı.  Ahhhh! diyerek yere yıkıldı. Olayı görenler şaşkınlık içinde kaldılar. Derhal müdahale edildi. Ama iş işten geçmişti. O anda Fransız'ın hareketi cezasız kalmadı! Ne çare? Yarbay Hasan Bey'in göğsü kan içindeydi. Yüzü soldu ; Allah Şahidim olsun ki Fransız'a kötü bir niyetle yaklaşmadım. dediği duyuldu.

       Alay imamı, başında Kur'an okumaya başladı.Aşağı yukarı 7-8 ayet okumuştu ki birdenbire;  İmam Efendi, LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİM, duasını 33 kere okuyunuz, dedi alay komutanı. Azimle duayı kendiside tekrar etti ve sonra Beni ayağa kaldırınız  dedi. Tabur komutanları koltuk altlarından tutarak ayağa kaldırdılar. Birden ; La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah  dedi. Gözlerini ileriye doğru dikmişti.Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle ; NİÇİN ZAHMET BUYURDUNUZ YA RESULULLAH derken ruhunu teslim etti.

        İşte dostlarım, bu üç farklı yer ve zaman diliminde, farklı insanların şahitliğinde gerçekleşmiş hadiseler bize, ortak yönleri ile bir mesaj veriyor. Çanakkale Cihadını gerçekleştiren Şüheda dedelerimiz, Rabbimizin nusretine (yardımına) mazhar oldukları gibi, aynı zamanda Peygamber Efendimizin (sav) Çanakkale'yi teşrifleri ile de şereflenmişlerdir.
        NE MUTLU BİZE Kİ, BÖYLE ASİL BİR RUHA SAHİP ATALARIN TORUNLARIYIZ.ONLARI HAYIRLA YAD EDİYOR, CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUZ. YA RABBİ ONLARIN RUHLARINDAKİ ASALETİ BİZLEREDE NASİP EYLE.AMİN...

10 Nisan 2013 Çarşamba

HAYAT GÜZELDİR

Bu akşam eve geldiğimde Eşim Akşam yemeğini servis ediyordu. Elini tuttum ve ona söyleyeceğim şeyler olduğunu söyledim. Masaya oturdu ve sessizce yemeği yemeye başladı. Ve yine Gözlerinde o korkuyu gördüm.

Bir an da kasıldım ağzımı açamıyordum ama düşüncelerimi söylemem lazımdı. Ben boşanmak istiyorum. Sinirlenmedi Sözlerime karşılık vermedi, sadece sebebini sordu.

Bir cevap veremedim ve buna ço
k sinirlendi elinde ki Çatal Bıçakları fırlattı. Bana bağırdı ve Adam olmadığımı söyledi. Bu akşam tek kelime konuşmadık. Eşim bütün Gece ağladı. Farkındaydım Evliliğimiz ne olacağını merak ediyordu, ama onu tatmin edecek bir şey söyleyemeyecektim. Ben Jane'e aşık oldum, eşimi sevmiyorum artık.

Bu vicdan azabıyla bir Evlilik sözleşmesi hazırladım, Evi, Arabayı ve Şirkettin 30% ona verecektim. Sözleşmeye kısa bir süre baktı ve yırttı. 10 yıl hayatımı paylaştığım bu Kadın bana yabancı olmuştu. Onun harcadığı zamana ve enerjiye üzülüyordum, ama geri dönemezdim, Jane'e çok aşık olmuştum. Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, bu benim beklediğim bir tepkiydi. Onun ağlaması benim hafiflememe sebep olmuştu. Bir süredir aklımdan geçiriyordum boşanmayı, bu fikir bende saplantı haline gelmişti ve şimdi bu duyguyu daha da güçlü hissediyordum ve doğru karardı.

Bir sonra ki akşam eve geç gelmiştim ve Eşimi Masada yazı yazarken gördüm. Çok uykum vardı ve Akşam yemeğini yemeden uyumaya gittim. Jane ile geçirdiğim o kadar saat beni yormuştu. Bir ara uyandım ve onu hala yazı yazarken gördüm Masa da. Ama bu benim Umurumda değildi ve başımı çevirip uyumaya devam ettim. .

Ertesi sabah bana Şartlarını yazı halinde sundu. Benden hiç bir şey istemiyordu, sadece boşanmamızı ilan etmek için 1 ay müsaade istedi ve bu zamanda normal bir Aile gibi davranmamızı istedi. Bunun sebebi Oğlumuzun 1 ay sonra Sınavların olması ve bu dönemde ona bu yükü bindirmemekti. Bu kabul edilebilinir. Bir şey daha vardı, benden onu Evlilik Gecesinde onu kapıdan içeriye nasıl taşıdığımı hatırlamaktı, ve 1 ay boyunca her sabah onu Yatak odasında Kapıya kadar taşımamı istedi. Kafayı yediğini düşündüm, ama son günlerimizin iyi geçmesi acısından, kabul ettim.

Sonra bu şartlardan Jane bahsettim, yüksek ses ile gülüp bunun çok saçma olduğunu ve eninde sonunda Boşanmayı kabul etmek zorunda kalacağını söyledi.

Eşimle boşanma konusunu açtığımdan beri Fiziksel temasta bulunmadık. Bu sebepten ilk gün onu kucağıma alıp kapıya götürdüğümde tuhaf bir duygu yaşadım. Oğlumuz arkamızda duruyordu ve alkış yapmaya başladı 'Babam Annemi kucağında taşıyor' bu onu çok sevindirmişti, Sözleri canımı acıtmıştı... Yatak odasından Evin Kapısına kadar 10 metre taşıdım. Eşim gözlerini kapattı ve kulağıma' Oğlumuza boşanmamızdan bahsetme' diye fısıldadı. Bende başımı öne eğerek tamam dedim, ve içime bir üzüntü çöktü. Kapı önünde onu bıraktım Eşim Otobüs durağına gitti ve onu İşe götürecek olan Otobüsü bekledi. Bende tek başıma Ofise gittim.

2. Gün bu oyunu oynamak bize daha kolay gelmişti. Eşim başını Göğsüme yasladı, ve onun kokusunu duydum. Birden Eşime uzun süredir bakmadığımı anladım. Ve onun Evlendiğim zaman ki kadar Genç olmadığını fark ettim. Yüzünde hafif çizgiler oluşmuş saclarına ak düşmüştü. Gecen yıllar öylesine yanından geçmemişti, O an kendime ona bununla neler yaptığımı sordum.

4. Gün onu kucağıma aldığımda bir güven duygusu yaşadım. Bu bana Hayatının 10 yılını Hediye eden Kadın.

5. Gün bu güven duygusu daha da büyümüştü. Bundan Jane bahsetmedim. Günler geçtikçe onu taşımak daha da kolaylaşmıştı, belki de bu sayede yaptığım antrenman dan dolayıdır bu.

Bir Sabah onu ne giyeceğini düşünürken izledim. İsyan ederek her gün kıyafetlerin biraz daha bol geldiğini söyledi. Birden onun ne kadar süzüldüğünü ve kilo verdiğini fark ettim. Demek ki onu her sabah daha kolay taşıyabilmemin sebebi buydu. Birden yüzüme yumruk gibi vurdu. Bu kadar Acıyı ve Üzüntüyü Kalbinde taşıyordu. Farkında olmadan başını okşadım. O an Oğlumuz da geldi ve ' Baba Annemi taşıman lazım ' dedi. Bu hayatımızın bir parçası olmuştu, Babasının Annesini odadan Kapıya taşıması. Eşim Oğlumuzu yanına çağırdı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Ben başımı cevirdim, son anda kararımdan vazgeçmek istemiyordum. Onu kucağıma aldım ve Yatak odasından Kapıya kadar taşıdım. Elini enseme koymuştu ve ben onu sıkı sıkı tutmuştum. Tıpkı Evlendiğimiz gün gibi.

Artık Huzursuzlaşmıştım bu kadar kilo vermesinden. Son Gün onu kucağım da taşıdığımda hareket etmedim. Oğlumuz okuldaydı ve Eşime Hayatımızda ki yakınlığın ne kadar eksildiğini söyledim. Ofise gittim arabadan fırladım kapıyı kilitlemeden bunun için zaman yoktu. Her anın kararımı değiştirmesinden korkuyordum ve Merdiven den yukarı koştum, yukarı varınca Jane kapıyı actı. Ona Karımdan boşanmayacağımı söyledim.

Şaşkın bir ifadeyle elini anlıma koydu ve ' Senin ateşin mi var' diye sordu. Üzgünüm Jane ama ben artık boşanmak istemiyorum dedim. Evliliğimizin renksiz kalması sevgi eksikliğinden değil, birbirimizin değerini unuttuğumuzdan dı. Şimdi aklıma geldi ki, ona Evlendiğimiz Gün kapıdan içeri taşıyınca ömrümün sonuna kadar Sadakat yemini verdiğimi........ Jane olayı anlayınca yüzüme bir tokat attı ve kapıyı kapatarak ağlamaya başladı. Hemen aşağı koşup ilk Çiçekçiye gidip Eşime bir Buket çiçek aldım, üzerinde ki Karta da'''seni her Sabah hayatımın sonuna kadar taşıyacağım'''' .

Eve vardığımda yüzümü bir gülümseme kapladı, elimde Çiçeklerle yatak odasına gittim ve Eşimi yatağın üstünde Ölü buldum. Eşim aylardır Kanser ile savaşıyordu ve ben Jane ile ilgilenmekten bunu fark etmemiştim. Fazla yaşamayacağını bildiği için, beni Oğlumun bana negatif tutumundan korumaya çalışmıştı . En azından Oğlumun gözünde iyi bir Eş olarak kalmamı istemişti.

İlişkide ki küçük şeylerdir önemli olan. Villalar, arabalar çok paralar değil . Bunlar hayatı kolaylaştırır ama asla Mutluluğun temeli olamazlar.

İlişkine zaman ayır ve ilişkinin güven ve huzur anlamına gelecek şeylere meşgul ol.

Mutlu bir beraberlik yaşa.

Bunu Paylaşmazsan sana birşey olmaz......
Ama paylaşırsan belki bir Evlilik kurtarırsın.
Çoğu Hayatların yıkılmasının sebebi, İnsanların Hedefe ulaşmaya az kala pes etmesindendir.


BİR VEFA HİKAYESİ


Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
…Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.

“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” diyince;

Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle:
“Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.

Adam cevaplamış:
“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” .

11 Şubat 2013 Pazartesi

KARTALLAR VE İNSANLAR

Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayankartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığındapençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.Dolayısıyla kartal burada iki seçimdenbirini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlusürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadarsürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonundakartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasınıbekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş” uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız.Ancak geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi hayvanların düşünmemekten kaynaklanan,içgüdüsel olarak karar verebilmeleri ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu düşündükçe karar vermekte zorluklar yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse her zaman “Yeniden Doğuş”u müjdeleyebilir.