7 Mart 2018 Çarşamba

TESETTÜR


TESETTÜR

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzâb, 59)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Cehennemliklerden henüz görmediğim (daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen, başkalarını da kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremezler. Hattâ, onun çok uzak mesâfeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)
Yine âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (Nûr, 31)
Sa­fiy­ye bin­ti Şey­be şöy­le an­la­tır:
“Biz Âişe (ranhâ) ile bir­lik­te idik. Hz Âişe de­di ki:
«Nûr Sûresiʼndeki “Ka­dın­lar başör­tü­le­ri­ni ya­ka­la­rı­nın üs­tü­ne tak­sın­lar…” âyeti inin­ce, Ensârʼın er­kek­le­ri bu âyetleri oku­ya­rak evlerine dön­dü­ler. Bu er­kek­ler eş­le­ri­ne, kız, kız kar­deş ve hı­sım­la­rı­na bun­la­rı oku­du­lar. Bu ka­dın­lar­dan her bi­ri elbise ku­maş­la­rın­dan, Al­lâh’ın kitabını tas­dik ve ona îman ede­rek başör­tü­sü ha­zır­la­dı­lar. Er­te­si sa­bah, Hz. Pey­gam­ber’in arka­sın­da başör­tü­le­riy­le sa­bah na­ma­zı­na dur­du­lar.” (Buhârî, Tefsîru Sûre, 24/12; Ebû Dâvûd, Libâs, 29; Ah­med bin Han­bel, VI, 188)
Abdullah bin Mes’ûd, Mekke’ye ticaret için geldiğinde, Allah Rasûlü (sav)’i Hz. Hatîce ve Hz. Ali ile birlikte Kâbe’yi tavâf ederken gördüğünü ve bu esnâda Hz. Hatîce’nin tesettüre çok dikkat ettiğini söylemektedir. (Zehebî, Siyer, I, 463)
Burada bilhassa işâret edilmesi gereken nokta şudur: Kadın ve erkek nefisleri arasında yaratılış itibâriyle fark vardır. Bu da, kadın ve erkeğe âit vazife ve hu­sûsiyetlerin Cenâb-ı Hak tarafından farklı şekilde tâyin ve takdir edilmesinden doğmuştur. Bunun için tesettürün, kadına âit şekli ile erkeğe âit şekli farklılık arz eder. Zira kadın, yaratılış bakımından, erkeğe göre câzibelidir. Tesettürden uzaklaşarak kendisini topluma bir nevî deşifre ettiğinde, nezâket ve zarâfeti zedelenir. Annelik vasfı ve nesli koruma husûsiyeti zarar görür.
Bu bakımdan kadının câzibesi, tesettür emri ile yalnız kocasına tahsis edilmiştir. Çünkü kadın ve erkek arasında neslin devamı için birbirlerine karşı değişmez bir fıtrî te­mâyül mevcuttur. Tesettür emrine riâyet edilmediği takdirde bu meyil, insanı, ilâhî hudutları çiğnemek gibi felâketlere dûçâr eder. Bu ise toplumda ahlâkî çöküntüye sebep olur.
Pakistan’ın mânevî mimarı Muhammed İkbâl, İslâm toplumunda müslüman hanımın mevkiini şu edebî ifâdelerle beyân etmektedir:
“Ey örtüsü, namusumuzun perdesi olan müslüman kadını! Senin yüzündeki nûr, îman kandilimizin sermâyesidir. Yaratılışındaki safvet; Hak’tan bize rahmettir; dînimizin kuvveti, ümmetimizin varlık esasıdır.
Evlâdımız sütten kesilir kesilmez, ona kelime-i tevhîdi ilk öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder.
Ey dînî nîmetlerin kendisine emânet edildiği İslâm kadını!..
Toplum fidanının âb-ı hayâtı sensin. Ümmetin emânetini koruyan muhafız sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet! Hazret-i Fâtıma, senin için bir numûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma! Tâ ki, senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder