TESETTÜR
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına
(bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını
söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah
bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzâb, 59)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Cehennemliklerden henüz görmediğim (daha sonra ortaya çıkacak)
iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları
döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen,
başkalarını da kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne
benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremezler. Hattâ, onun çok uzak
mesâfeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)
Yine âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan)
korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak
üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine
(kadar) örtsünler…” (Nûr, 31)
Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır:
“Biz Âişe (ranhâ) ile birlikte idik. Hz Âişe dedi ki:
«Nûr Sûresiʼndeki “Kadınlar başörtülerini yakalarının
üstüne taksınlar…” âyeti inince, Ensârʼın erkekleri bu âyetleri okuyarak
evlerine döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına
bunları okudular. Bu kadınlardan her biri elbise kumaşlarından, Allâh’ın
kitabını tasdik ve ona îman ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah,
Hz. Peygamber’in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular.”
(Buhârî, Tefsîru Sûre, 24/12; Ebû Dâvûd, Libâs, 29; Ahmed bin Hanbel, VI,
188)
Abdullah bin Mes’ûd, Mekke’ye ticaret için geldiğinde, Allah
Rasûlü (sav)’i Hz. Hatîce ve Hz. Ali ile birlikte Kâbe’yi tavâf ederken
gördüğünü ve bu esnâda Hz. Hatîce’nin tesettüre çok dikkat ettiğini söylemektedir.
(Zehebî, Siyer, I, 463)
Burada bilhassa işâret edilmesi gereken nokta şudur: Kadın ve
erkek nefisleri arasında yaratılış itibâriyle fark vardır. Bu da, kadın ve
erkeğe âit vazife ve husûsiyetlerin Cenâb-ı Hak tarafından farklı şekilde
tâyin ve takdir edilmesinden doğmuştur. Bunun için tesettürün, kadına âit şekli
ile erkeğe âit şekli farklılık arz eder. Zira kadın, yaratılış bakımından,
erkeğe göre câzibelidir. Tesettürden uzaklaşarak kendisini topluma bir nevî
deşifre ettiğinde, nezâket ve zarâfeti zedelenir. Annelik vasfı ve nesli koruma
husûsiyeti zarar görür.
Bu bakımdan kadının câzibesi, tesettür emri ile yalnız kocasına
tahsis edilmiştir. Çünkü kadın ve erkek arasında neslin devamı için
birbirlerine karşı değişmez bir fıtrî temâyül mevcuttur. Tesettür emrine
riâyet edilmediği takdirde bu meyil, insanı, ilâhî hudutları çiğnemek gibi
felâketlere dûçâr eder. Bu ise toplumda ahlâkî çöküntüye sebep olur.
Pakistan’ın mânevî mimarı Muhammed İkbâl, İslâm toplumunda
müslüman hanımın mevkiini şu edebî ifâdelerle beyân etmektedir:
“Ey örtüsü, namusumuzun perdesi olan müslüman kadını! Senin
yüzündeki nûr, îman kandilimizin sermâyesidir. Yaratılışındaki safvet; Hak’tan
bize rahmettir; dînimizin kuvveti, ümmetimizin varlık esasıdır.
Evlâdımız sütten kesilir kesilmez, ona kelime-i tevhîdi ilk
öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi
tanzim eder.
Ey dînî nîmetlerin kendisine emânet edildiği İslâm kadını!..
Toplum fidanının âb-ı hayâtı sensin. Ümmetin emânetini koruyan muhafız
sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet! Hazret-i Fâtıma, senin
için bir numûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma! Tâ ki, senin dalın da bir
Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder